Basın özgürlüğü mü?

                     
Ülkemizde basın özgürlüğü denilince gazetecilik sürecinde yaşadıklarımı anımsayıp acı acı gülümsüyorum.
Dünden bugüne kadar bir yazı adamı olarak yaşadıklarımı yeni yetişen genç gazeteci arkadaşlarıma armağan olarak sunmak istiyorum.
Doğduğum kentte başladı yazı serüvenim.
Van Atatürk Lisesinin Edebiyat Kolu öğrencilerindendim. Rahmetli babamın toprak damlı evimize yığdığı kitaplar beslendiğim ilk kaynaktı. Evimize giren tek gazete Kemal Ilıcak'ın sahibi olduğu Tercüman'dı. Ahmet Kabaklı, Rauf Tamer, Yavuz Donat, Nazlı Ilıcak ilk tanıştığım köşe yazarları, Semih Balcıoğlu, Cafer Zorlu il sevdim karikatüristlerdi. Murat Sertoğlu'nun pehlivan hayatlarını anlatan yazı dizlerini zevkle takip ediyordum.
Gün geldi kafamın içinde Tercüman Gazetesinin her şeyi yazmadığı sorusu şekillendi. O boşluğu dolduran gazete de Cumhuriyet oldu. Cumhuriyet Gazetesinin yazarları daha farklı bir duruş sergiliyorlardı. Rahmetli İlhan Selçuk, Uğur Mumcu Türkiye gerçeklerini sokakta ve kahvede konuşmaktan korkulan konuları yüreklice yazabiliyorlardı. Ali Sirmen'in köşe yazılarında ülkemden başka ülkelere ışıklı pencereler açılıyordu.
Lisedeki başarılı kompozisyon çalışmalarımı köşe yazısına dönüştürecek deneme yazılarına giriştim.
Rahmetli Fikret Akyol'un Van Postası gazetesinde yazdığım ilk şiirler ve denemeler yayınlanmaya başladı. Elle yazdığım şiirleri ve yazıları Turan Şahinbaş ağabeye sunuyordum ve o yazdıklarım siyah beyaz yayınlanan gazetede yayınlanıyor mutlu oluyordum.
Bir süre sonra Serhat Gazetesi yayınlanmaya başladı. Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Demiray Şaşıhüseyinoğlu'ydu. MHP'nin Doğu Anadolu Müfettişlerinden de olan Demiray ağabey; yazdığım yazılarda ve şiirlerde öz Türkçe sözcüklerime kesinlikle dokunmuyor, çalışmalarımı özgün haliyle yayınlatıyordu. Ta ki gazeteye ortak bulduğuna kadar sürdü bu. Yeni yayına başlayan gazeteler bir yıl ilan alamazlar. Ve ben o gazete ilan alıncaya kadar şiir, röportaj, makale yazılarımla usanmadan destek oldum. Anca günün birinde Demiray ağabeyin ortağı bir tomar yazı çalışmamı önüme atarak:
"Yazı dilinde uyduruk kelimeler yayınlayamam."Babından celallendi. O hiç aklıma getirmediğim sansür sözcüğüyle karşı karşıya kaldım. Önüme attığı yazıları yere düşmüş ve üzerine basılmış bir gül demetiymişçesine alıp evime döndüm. Demiray Beye olayla ilgili en küçük bir serzenişte bulunmadım. Ve anladım ki gazetede artık onun sözü geçmiyordu ve hâkimiyet yeri geldiğinde Hazreti Ömer adaletinden dem vuranların insiyatifine geçmişti. Tek bir kuruş almadan yazdığım yazılarla ilgili emeğimi buruşturulmuş bir kâğıt gibi önüme atan o zihniyete asla hakkımı helal etmedim. Yerel basına artık tek bir yazı vermeme kararı aldım. O sırada yayında olan Vatan, Politika, Demokrat Gazetelerine yazılar gönderdi. Tek noktası ve virgülüne dokunulmadan yazdıklarım yayınlandı. Kısa öykülerim Demokrat Gazetesinin haftada iki gün ayrılan bir sayfasında yayınlanmasına değer görüldü.
Öğretmenlik günlerim başlamış ve nişanlanmıştım. Antalya, Akseki'de öğretmen olan nişanlımı ve ailesini Antalya'dan Van'a getirmek üzere yola koyulduk. Sabah aldığımız Cumhuriyet Gazetesi koltuğumuzun önündeki filenin içindeydi. Otobüsümüz Gaziantep'te mola verdiğinde nişanlımla sigara içmek için inmiştik. O sıra otobüsün içine doluşan gençler sağa sola bakıyor ve sonrada bağrışarak inip çekip gidiyorlardı. Otobüse bindiğimizde kayın validem:
"Bozkurtçu gençlermiş bağıranlar. Sizin okuduğunuz gazeteyi gördüler." Demiş, onlarda
"Kimdir bu gazeteyi okuyan komünistler!" Diye haykırmış sonrada kayınvalidemin:
"Onlar inip gittiler!" Yanıtını alınca küfrederek gitmişler.
Yıl 1980, ay Ağustos'tu… Henüz 12 Eylül'e bir ay vardı.
Doğruydu… O yıllar Cumhuriyet ve diğer sol gazeteleri okuyanlar gazetelerinin adı görünmesin diye içe bükerek saklarlardı.
Yaşar Kemal'i, Nazım Hikmet'i, Fakir Baykurt'u okumak suçtu! Kitapları yasak kitaplar arasında yer alıyordu. Ne var ki o tarihlerdeki biz gençler okuduğumuz gazeteleri onları düşmanca görenlerin inadına alenen taşırdık.
Zaman, takvimdeki düşen yapraklarla yeni bir boyut kazandığında, köşe yazılarımı yazmaya devam ettim.
Antalya'da Ekspres Gazetesi, Gazete 1'de yazarak yazma tutkumu sürdürdüm. Ancak Olmuyor Beyler olmuyor başlıklı yazım Gazete 1'de 2002 yılında yayınlanınca ve:
"Ülkeyi yönetenlerimiz halkın yanında yer almalı, onları azarlamamalı, unutmasınlar ki onları iktidar edenler bir gün iktidardan da edebilir." Diye yazınca soruşturma geçirdim. Ömrümün tam on yılını verdiğim ve bu çabalar içindeyken çocuklarımın yüzünü bile hatırlayamadığım o süreç ne yazık ki ayaklar altına alınıp sürgünle cezalandırıldım. Ancak yasalar vardı ve yasalara derdimi anlatacağım yürekli sendikal örgütüm. Açtığım davayı kazandım, Türk Milleti adına diye başlayan karar metnine:
"Birey düşüncelerini söylemekte özgürdür!" Savını yazdırmayı başardım.
Bu dünyadan göçüp gittiğimde, çocuklarıma bırakacağım şeref ve onurum olarak tek mirasım:
 "Türk Milleti!" Diye başlayan ve yazma özgürlüğünü tescilleyen özgür yarının o anlamlı kararıdır.
Bizim ülkemizde yazar, şair ve sanatçı olmak en zor işti. Hele gazeteci olmak daha bir zordur.
Bugün gazetecilik mesleğini yandaş ve özgür basın diye ikiye bölen ucube tavır siyasaldır. O siyasal tavrın altında yatan da iktidarı ya kaybedersem fobisidir. Bu tavrın içine girenler ise ne yazık ki tarihi tahlil edemeyenlerin kara cahilliğidir. Basını bölmek, parçalamak, sindirmek; ayanlara bakma cesareti gösterememekle eş değerdedir.
Basın özgürlüğünün tartışıldığı " Özgür Basın" Haftasında görevlerini bin bir zorluk içinde yapan tüm onurlu gazeteci arkadaşlarıma sabır, cesaret ve özveri, bu yola çıkmış genç gazeteci arkadaşlara aynalar gibi her şeyi net ve yalansız göstermelerini diliyorum.

 

Bakmadan Geçme