İpin Hesabı

Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm  geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, "Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş.
Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. "O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?
Bir ipin bile hesabını vermekte zorlanan ve o zengin adamın vermek istediği serveti almaktan imtina eden bir hamalın bu ibretlik kısasından bizlerin, çok büyük dersler çıkarması gerekiyor. Ahir zaman toplumu, helal-haram olgusuna dikkat etmeyen, nereden gelirse gelsin, nasıl ve ne kadar gelirse gelsin yeterki benim olsun demektedir. Kısa zamanda servet sahibi olayım hayali ile yaşar hale geldik. Dünyalık zevk ve eğlence hırsı, konfor ve lüks yaşam özentisi, zahmetsiz para kazanma ve kısa yoldan zengin olma düşüncesi ne yazık ki biz zamane toplumlarını yanlış bir yola sevketmiştir. Bizleri yoktan var eden Mevlamız bizim haleti ruhiyemizi en iyi bilen olduğu için "Haram helal demeden mirası yiyorsunuz." (Fecr/19)  ayet-i kerimesi ile bizi uyarmış ve "Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O'dur." (Fatır/15) fermanını bizlere buyurmuştur. Hesap günü gelip çatmadan, kendimizi hesaba çekmeli mal ve servetlerimizin nereden geldiğini ve nasıl kazanıldığının muhasebesini yapmalıyız.
Eğer bir işyerinin, holdingin, fabrikanın sahibi isek, himayemizde çalışan işçinin emeğini, hakkını sömürmeden, Peygamberimizin buyurduğu gibi "Çalışanın hakkını, alnının teri soğumadan veriniz" emri gereğince, ödemeliyiz. Eğer bir kurumda amir, müdür isek çalışanlarımıza haksızlık etmemeli, adaletle hükmetmeliyiz. Yada bir işyerinde çalışan işçi, memur isek yine her ne suretle olursa olsun; işimizin ve sanatımızın hakkını vermeliyiz. Özellikle esnaf ve sanatkar isek tartıda hile yapmamalı; her zaman tartıda fazla tartmalıyız. Malzemenin en iyisini kullanmalı ve en güzel işi, sanat olarak ortaya koymalıyız. O zaman göreceğiz ki toplumda herkes üzerine düşeni yaparsa kazancımız helal olduğundan huzur ve bereket baştanbaşa bizleri saracaktır. Toplumumuzda her zengin hakkı ile zekatını verecek olsa, toplumda fakir kalmayacaktır. O zaman göreceğiz ki Allah'ın emirlerine boyun eğmiş bir toplulukta eşitlik, adalet, huzur ve saadet kendiliğinden oluşacak ve insanlar arasında oluşan uçurumlar ortadan kalkacaktır.
Hayatını ve hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek
hafife alınacak bir şey değildir. Bu yüzden herkes üzerine düşeni yapmalı...
Selam ve dua...

 

Bakmadan Geçme