BİR ZAMANLAR DESTANCILAR VARDI

Ümit Kayaçelebi yazdı...

‘Savcı beyle, doktor halime bakar

Kalbimi sökünce kanlarım akar

Böyle ölmekle bağrımı yakar

Seni zalim nasıl kıydın canıma’

Yıllar evvel köylerde şehirlerde bazen çok üzücü olaylar olduğunda o zamanın halk şairleri ve ozanları yaşanan olayın üzerine anında bir ağıt düzerlerdi. Ve bu yazdıkları şiiri matbaada bastırıp kendileri bizzat satarlardı.  Radyonun dahi kıt olduğu, her evde olmadığı bir dönemde daha teyp, kaset denen şey bile ortada yoktu. İşte bu nedenle ağzına sağlık var kuvvetinle kendini vererek yazdığın destanı satabiliyordun . Hele  birde davudi bir sesin varsa alan alana oluyordu. Hiç olmasa bir çoğu da iş olsun diye alıyordu sırf adamın gönlü hoş olsun tenceresi kaynasın diyordu.

Bu ağıt ve destanları, adına âşık denilen kişiler yazarak basımevine satarlardı. Van’da veya başka yerde  birkaç basımevinde basılarak satışa hazır edilirdi. Satıcılar da basımevinden satın aldıkları ağıt ve destan kâğıtlarını cadde ve sokakları dolaşarak satarlardı.

Yalnız Van’da destan işiyle uğraşan kişi bazen de bir iki yere bırakır orada da satılırdı. Bunlardan biri rahmetli Şevket Türkoğlu idi. Şevket Türkoğlu’na Van’da herkes Şevket Hoca derdi. Kendisi alim ve  ehli irfan biriydi. Şimdiki Tekel Binasının hemen yanında minik bir barakası vardı.

Orada hem kitap satar hem de çocuklara gençlere Kuran dersi verirdi. Muhterem bir zattı ama çok sinirli ve çok fazla yüzü gülmeyen biriydi. Yani yanına destursuz girilmezdi. Neyse efendim konumuz bu değildi. Kısacası Şevket Hoca da bazen bu destanları alır çamaşır mandalıyla ipe asar ve görenler alırdı

Bir diğer destan satanda kitapçı Yunustu. Kitapçı Yunus bekar biriydi. Kısa boylu mavi gözlü biri olup Cumhuriyet caddesinde Yahudi Muşe Efendinin  dükkanının hemen yan duvarında seyyar kitap dergi vs satardı. Bütün sattıkları genelde hep ikinci el dergi ve kitaplardı.

Biz de ucuz olduğu için o zamanlar tommiks, teksas kit Taylor, pekos bill, Red Kit, Zagor ve hayat, ses, hayat resimli roman, cep foto roman gibi gençlere ve çocuklara hitap eden mecmuaları hep oradan temin ederdik. Alır okur okuduktan sonra tekrar satar bir daha yeni dergi ve kitap alırdık. Bu böyle devam edip giderdi. Kitapçı Yunus Efendi de zaman zaman kendisine bırakılan halk ağıtlarını halk destanlarını satan Van’daki ikinci kişiydi.

Van’da çok iyi hatırlarım bunun pazarlanıp satıldığı yer de şimdiki Ahmedi Hani parkının olduğu yerdi. Neden burası derseniz? Çünkü halkın en çok bir arada olduğu yerdi. Önde tablacı dediğimiz esnaflar. Bir yanda teneke ile gaz satanlar, bir yanda kahveciler için meşe kömürü satanlar, bir yanda Edremit ve gevaşa giden vasıtaların durduğu ve alım satımın en çok olduğu bir yer olduğu için burası destancıların icayı sanat ettikleri yerdi.

Daha o yıllarda ülke kan gölüne dönmemişti, çokça cinayetlerin işlenmediği hiddetin şiddetin tavan yapmadığı. İnsanların kan gördükleri zaman taaccüp ettikleri yıllardı o zamanlar. Onun için böyle feci trafik kazası, aile cinayeti, muradına ermeden ölen genç kız veya kadınlar veya benzeri vakalarda yazılan destanlar halkı çok üzerdi. Bu üzüntü kalplerde hissedilirdi. Annelerimiz ablalarımız bu destanıları eve getirilip okunduğunda ağlaya ağlaya dinlerlerdi.

Bu destan yazanlar ve okuyanlar gerçekten okudukları zaman dinleyenlerin duygulanmaması kabili mümkün değildi. Çok olmasa da birkaç sefer görmüş ve dinlemişimdir. Yani o anları o atmosferi yazıyla anlatmak olmuyor aynen yaşamak lazım. Çok az da  olsa yaşadığım için bahtiyarım. Ne kadar hissiydik ne kadar içtendik insanlık Duygularımız daha körelmemişti işte onun içindir ki o yazılan ve okunan destanları içimizde yüreğimizin en derin köşelerinde hissediyorduk.

Bu gün o eski yerlerde gezdiğim zaman o destanları duyar gibi oluyorum. İlk zamanlar megafon falan yoktu çıplak sesle okunuyordu. Daha sonra megafonla okuyorlardı. Daha sonra teknoloji biraz ilerleyince bu kez teybe kasete okuyup teybinde boyunlarına asıp meydanda halkın ortasında döne döne dinletiyorlardı  Ne güzel anlardı hakikaten bu gün o destancıları arıyor ve özlüyoruz.

Bu ağıt ve destanlar çok ilgi görür ve okunduktan sonra evlerin ya da gelin sandıklarının bir köşesinde saklanırlardı. Çoğu zaman, kadınlar kendi aralarında bu ağıt ve destanları yeniden okuyarak acı ve kederleri birbirleriyle paylaşırlardı. Bu ağıt ve destanlar okunurken çoğu kadınların duygulanıp ağladıklarını çok görmüşümdür. halkı daha çok etkileyen mucize öyküleri, aile içi geçimsizlikler, gelin kaynana kavgalarının gözyaşıyla biten öyküleri, pusularda öldürülenlerin ağıtları, adı efeye çıkmış eşkıya destanları,  manzum bal tefsirleri, manzum dualar… gibi konular ön plandadır.

İletişim teknolojisinin teknik gelişmelerinden dolayı, ağıt ve destanlar eski kabullerini kaybedince; bu kez türkü şarkı basılı kâğıtlar satılmaya başlanmıştır. Sonunda bu işlerden para kazanma yolları kapanınca, ağıt ve destan satıcıları tarih içinde anılara gömülmek zorunda kaldılar. Böylece bir meslek daha yok olarak unutulmuş oldu.

Destan dedik ve destancı dedik. Biraz gerilere zaman tüneline dalarak o anları yaşamak istedim.

Pozantı’da Asker Kardeşinin Nişanlısına Göz Koyup Kardeşini Öldüren Zalimin Destanı

Gidiyorum annem doğru yoluma,

kardeşim usturayı çaldı boynuma,

acımadı kıydı tatlı canıma

Böyle zalim kardeşi gören olur mu dostlar?

 **

Nişanlım sılada bekliyor yolumu

Kırdı kanadımı kolumu,

 kardeşim bana yaptı zulmü,

 asker kardeşine kıyan olur mu dostlar?

 **

Gözü nişanlımda şeytana uymuş,

 beni öldürmeyi aklına koymuş,

el kızı yüzünden asker kardeşine

Kıyan kardeş olur mu dostlar?

 **

 Pozantı yolunda bekliyor beni,

bana göstermedi iyi bir günü,

sen de görürsün gördüğüm günü, böyle

Zalim kardeş olur mu dostlar?

**

Yaklaştı köprünün başına,

felek zehir kattı pişmiş aşıma,

daha yeni girdim yirmi yaşıma

Muratsız mezara koymak olur mu annem?

Bakmadan Geçme