ESKİ VAN'DA RAMAZANLAR

Ümit Kayaçelebi

 ‘Ramazan geldi dayandı

Camiler nura boyandı

Top atıldı, kandil yandı

Kalbimiz ona inandı.’

 Bilindiği üzere ramazan ayı, Müslümanlar için kutsal bir aydır, bu aydınlık, huzur dolu günlere On Bir Ayın Sultanı diyenler vardır. Bu mübarek ayda oruç tutmak, ibadet etmek, özellikle bu günlerde fakirlere, düşkünlere yardım etmek halkımızın arasında maddi ve manevi açıdan her zaman çok büyük önem arz etmiştir.  Ramazan günlerinde Van’da camiler dolup, taşar. Teravih namazlarıyla okunan ilâhiler, söylenen maniler, namazdan sonra evlerde geç vakitlere kadar yapılan eğlenceler, yapılan sohbetler birlik ve beraberliğimizin oluşmasında bir başka güzellik taşırdı.

Ramazan ayı için her zaman bolluk ve bereket adı denilmiş ve halk arasında ‘Ramazan bereketiyle gelir’ denilmiştir. Ramazanın gelişi insanlara ayrı bir heyecan getirir ve insanlar izzet-i ikramdan asla korkmazlar yerler, yedirirler, fakirleri, muhtaçları, yetimleri, öksüzleri de unutmazlardı. Bunu düşünerek şöyle derlerdi:

‘Hamd eyle daim Yezdan’a

Gark etti bizi ihsana

On bir aydır hasret idik

Şükür erdik ramazana.’

Yaşlılarımız ramazan ayı gelende: Ramazan fikir, zikir şükür ayıdır’ derlerdi. O eski 11 mahalleli tertemiz pırıl pırıl sokakların, toprak evlerin yer aldığı Van’da herkes ramazanı karşılamanın heyecanını taşırdı. Özellikle kadınlar Ramazan girmeden evdeki gerekli temizlikleri yapar ve tertemiz bir şekilde ramazanı karşılamak isterlerdi.

Bu nedenle halılar silkelenerek şiritlere (iplere) asılır ve iyicen tozu alınırdı. Tek katlı veya iki katlı evler kireç alınarak bir güzelce badana yapılır ve evler mis gibi kokardı. Evlerin içi tabanı tahta olduğu için tahta fırçası ile silinir, tavanların örümcekleri alınır, camlar silinir ev dört dörtlük bir temizlikle ramazana hazır olurdu. Van’da yokluk ve sıkıntının had safhada olduğu o yıllarda şimdiki gibi her şey bulunmaz ve bulunsa bile alınamazdı.

Onun için herkes imkânı nispetinde ramazanı idrak ederdi. Ramazanda sahurlar ayrı bir heyecandı biz çocuklar için. Ramazanın dini manada önemini bilemediğimizden bizde o manevi rüzgâra kapılıp giderdik. Yatağa girmeden annemize, babamıza yalvarırdık ne olur beni de sahura kaldır diye. Kaldırmadıkları zaman kızar küserdik niye sahura kaldırmadın diye.

Sahura nasıl kalkardınız diyeceksiniz değil mi? Sahura bizi ilk çocukluk yıllarımızda Defçi Fethi kaldırırdı. Elinde defi ile sokak sokak gezer herkesi sahura kaldırırdı.  Burada şunu söyleyeyim. Defçi Fethi gezdiği zaman evdekilerin uyanıp uyanmadığına bakar eğer lambalar yanmamış ise cama yaklaşır ve ev sahibinin ismini söyleyerek onun kalktığından emin olmadan o evin önünden geçip gitmezdi.

 Mesele laf olsun diye şimdikiler gibi bahşiş toplamak değildi. Bahşiş işin önemsiz bir tarafıydı çünkü dese demese bayram günü herkes kendine yakışır şekilde onunda hakkını öderdi. Ramazan davulcusu 80’li yıllardan sonra Van’da tebelleş oldu. O yıllara kadar hep def veya darbuka ile sahura kalktık. Defçilerde mani falan bilmezlerdi öbür taraflarda olduğu gibi. Yalnız kalkın sahura derlerdi hepsi o kadar.

Sahura kalkmanın bir diğer yolu da saati kurup o saatte kalkmaktı. O yıllarda Serkisof, Zenit, Nacar gibi zemberekli saatler vardı. Saat kurularak o saatte kalkılırdı. Sahura kalkıldığı zaman uykulu mahmur gözlerle herkes bakır sininin etrafına kümelenir ancak nedense hep kaşıklar üzüm hoşafına dalardı. Biz çocuklar için en önemlisi sahurda hoşaftı. Ama büyükler oruç tutacakları için yapılan, gavut, murtuğa iyi tutar diye bunlar genelde en çok yenilenlerdi. O yıllarda şimdiki gibi tahin pekmez pek sahur sofrasında bulunmazdı.

Sahurda bir yandan yemek yenirken beri tarafta çay hazırlanır ve çaylarda içildikten sonra biz çocuklar yatağa atlarken büyükler abdest alır ve sabah ezanını bekler ve sabah namazını eda ettikten sonra da onlarda yatarlardı. Van’da o yıllarda hemen hemen herkesin tandır evi olduğu için herkes kendi ekmeğini kendisi yapar taze taze mis gibi lavaş, taptapa, çörek ramazanda iftar sofrasına ayrı bir güzellik katardı. O zamanlar biz somun ekmeğe her tarafta olduğu gibi ‘Francala’ derdik ve ekmek bin gramdı. Fırından ekmek almağa gidenlerin büyükçe mendilleri vardı ve o mendilin içine aldıkları ekmekleri alıp bastonun ucuna takar eve gelirlerdi. O da ayrı bir güzel ve ilginç görüntüydü.

Zaten o yıllarda bir şey alınırken ya sepete bırakılır veya daha sonraları fileye bırakılırdı. Fırınlarımız sayılıydı ve bu fırınların çoğu da Karadenizli hemşerilerimiz e aitti. Bu fırınların çoğu tarihe karıştı Tek kalan Numune Fırını. Diğer Fırınlar Erzurum Fırını, Cumhuriyet Fırını, Halk Fırını, Şişkonun fırınıydı. Vanlı hemşerimiz İbrahim Talay ise pide ekmek ve çörek çıkarıyordu. Ramazanda iftarda sıcak pide de çok güzel oluyordu. Gündüz evdeki hanımlar durumlarına göre akşam iftar için kurdukları ocak ve gaz ocağında iftar yemeklerini hazırlarlardı. Mesela bir iftar yemeğinde en başta şehriye çorbası en başta gelirdi. Bunun yanı sıra yanında kuru fasulye, sedri pirinciyle yapılan bir pirinç pilavı da iyi giderdi. Kaşık tatlısı da yemeğin sonunda makbule geçerdi.

İftar sofrası hazırlanırken gözler caminin şerefesinde yanacak ışıklarda, kulaklar ilk önce okunacak ezanda veya ramazan topunda olurdu. Artık hangisi önce duyulsa hemen oruç açılırdı. Bizim evimiz Küçük Camiye çok yakın olduğu için hep gözümüz ve kulağımız orada olurdu. Van’da Ramazan topu her yıl atılırdı. Daha sonraları bu güzel gelenekte ortadan kalktı. Ezen okunur okunmaz oruç tutanlar ya su ile veya zeytin tanesi ile oruçlarını açarlardı. Zaten biz Vanlılar zeytini sadece ramazan aylarında soframıza getirirdik. O yıllarda hem yokluktan hem de otlu peynir alışkanlığında zeytini fazla önemsemezdik. Van cacığı, otlu peynir bu günkü gibi bizim vazgeçilmezlerdendi.

İftarı besmeleyle açıp Elhamdülillah la kapattıktan sonra Büyükler kalkar akşam namazını kılarlardı. Ondan sonra dedemiz, babamız 8’lik tütünlerden bir sigara sarıp keyifle tüttürürlerdi. Onun arkasından sırada semaverden demli çaylar yudumlandıktan sonra yavaş yavaş küçük cami veya büyük camiye doğru yol alınırdı. Biz teravih namazlarını genelde küçük camide kılardık. Hafız Hamdi Atak’ta zaten bizim mahallede otururdu.

 Teravih namazını kılarken ha bire yer değiştirir, bazen kıkır kıkır gülerken büyükler uyarır ama yinede büyükler bizi kırmazlardı. Maksat çocukların ayağı camiye alışsın. Böylece teravih namazı bittikten sonra büyükler kahvelere veya tanıdıklarına gider çay faslı, sohbetten sonra evlerine dönerlerdi. Tabi bu arada esnafta işine gider gece bir vakte kadar çalışırdı. Özellikle eskiden takım elbise diktirmek bir moda olduğu için terzilerin işi bayram sabahına kadar sürerdi. Konfeksiyonun daha tam Van’a hâkim olmadığı o yıllarda büyük, küçük herkes mutlaka birkaç senede bir takım elbise kestirirdi. Bu elbiseler genelde hep bayrama hazır olurdu. Ayrıca ramazan geceleri genelde geç saatlere kadar açık olurdu.

Bu arada biz küçüklerde orucun dini manada ne olduğunu bilmezdik ama meraktan oruç tutmak isterdik. Bezende biz çocuklar oruca alışalım diye sabahları bir şey yememize müsaade etmez ha bire oyalarlardı. Nereye kadar dayanırsak ondan sonra bakarlardı ki çocukcağız artık açlığa dayanamıyor ondan sonra yemek verirlerdi. Bu arada maksat çocuğun açlığa tahammülü ölçülürdü. Bazen annemiz veya babamız sırtlarına alıp gezdirirlerdi orucu daha uzun süre sürdürebilmemiz adına. İşte bir vakte kadar niyetsiz tutulan bu çocuk orucuna da ‘Tabak Orucu’ denirdi.

Ramazanın Kur’an ayı olması itibariyle erkekler gündüz camilerde cüz dinlerlerdi. Bu arada evdeki hanımlarda o zamanlar şimdiki böyle bol Kur’an bile yoktu. Kaset, CD vs. gibi şeylerde zaten yoktu. Kadınlarda hep evlerinde olmaları hasebiyle Ramazan Ayında Siirt’ten çoğu genç olmak üzere hafızlar gelirdi ve bu hafızlar bir miktar para veya hediye karşılığında istenilen evlerde her gün bir cüz okurlardı. Ve bu hatimde arife günü bağışlanırdı.  Evde hafız okutmaya herkesin gücü yetmezdi gücü yetmeyenlerinde hafız tutanlar evlerine çağırır gidenlerde o ev sahibinin hayrına 30 gün cüz dinler ve hatim bağışlarlardı. Onlarda imkânları nispetinde ufak hediyeler getirerek hafız efendiyle helalleşirlerdi. Kadın olsun erkek olsun mahallede, sokakta akrabadan öte bir dayanışma sergilenirdi.

Van’da geçmişe dönüp baktığımızda geceleri Karagöz-Hacivat, orta oyunları, meddah gibi oyunlar yoktu. Tesadüfen bir müzik veya tiyatro kumpanyası şehrinize uğramışsa imkânınızda varsa gidip seyrederdiniz. Ramazana has olmasa bile eğer mevsim yaz ise şimdiki merkez bankasının bulunduğu yerde bulunan yerde sahne kurulur ve sizde imkânınız varsa gelen sanatçıları dinlerdiniz. Veyahut ailece şehir parkına giderek orada biraz zaman geçirebilirdiniz. Ramazan eğlenceleri yönünden maalesef geçmiş yıllarda Van çok fakirdi.

Ramazan bize nur oldu

Kalbimize sürûr oldu

Aç gözün hab-ı gafletten

Begim vakit seher oldu.

 

Şekerim var ezilecek

Tülbentten süzülecek

Ver bahşişimi gideyim

Çok yerim var gezilecek

 

 Besmeleyle çıktık yola

Selam verdik sağa, sola

Ey benim aziz efendim

Ramazan- Şerif hayrola

 

Davulumun sesi kaba

Emeklerim oldu heba

Bahşişimi hazırlayın

İşte geldi bekçi baba.

 

Dilden keser zail ola

Zevk-ü sefa kâmil ola

Efendim de devlet ile

Maksuduna nail ola.

 

Küsler gelir barışır

Sevgi olur sitemler

Mümin nura karışır

Kalkar bütün elemler.

 

Kalenin ardı pınar

Elimi soksam donar

Orucu tutamazsın

Yüreğim ona yanar.

 

Okudum yazar oldum

Avare gezer oldum

Her gün börek istiyor

Nefsime kızar oldum.

 

Rabbimin melekleri

Geziyor felekleri

Bu ay ikram edenin

Zay olmaz emekleri

 

Sofrada fakir olsun

Tabağı çukur olsun

Karnı doyduktan sonra

Duayı okur olsun

 

Asalet kanda olur

Her şey imanda olur

Kefenin kıymeti yok

Fazilet tende olur

 

Bir elma beş olsaydı

Armutla eş olsaydı

İftarda hurma yemek

Bize nasip olsaydı.

 

Tavşana kurdum pusu

Gelir yahni kokusu

İftarda az yemeli

Sahurda çok doğrusu

 

İftar vakti oldu mu?

Ayran tasa doldu mu?

Yanındaki fakire

Yemek veren oldu mu?

 

Melekler yere iner

Arza bir huzur siner

Kadir gecesi Allah

Mü’mine rahmet diler

 

Bayram geldi neş’emize

Düğün dernek köşemize

Aman dostlar barışalım

Şeytan gitsin peşimizden.

 

Bakmadan Geçme