HELE GET BAĞ BAĞIM SUYU KİM KESMİŞ?

Ümit Kayaçelebi yazdı...

Evvel zaman içinde bir vakitler bu şehrivanın her tarafında meyve bağçaları, üzüm bağları, bostanları vardı. Hemen hemen bağsız Bahçesiz kimse yok idi. Kimin evi varsa evin arka cephesinde de iyi bilin ki en az bir dönüm veya daha fazla bahçesi de  vardır.

Çünkü herkes seferberlikten sonra gelince ilk işleri kendilerine bir veya iki katlı bir ev yapmak arkasında da bahçe kurmak. Tabi hazıra salavat eden Ermenilerden kalan zarar görmemiş harap olmamış toprağ evlere bahçelere de konanlarda oldu. Hazıra konanlar şanslıydılar.

Yalnız bağ, bahçe, bostanının yanı sıra bir de bir kısım insanların buğday, yonca tarlaları vardı. Tabi durumları iyi olduğu için kendileri ekip biçmezlerdi o zaman icara verirlerdi hasat zamanı ve mahsulün kaldırılacağı zaman gidip alırlardı alacaklarını. Ya kendileri kullanırlardı veya ihtiyaçları yoksa satıp parasını alırlardı.

Mesela bizim İpekyolu üzerinde 3 dönümlük bir yerimiz vardı dedem icara verirdi yaz sonunda gider icara verdiği kişiyle hesaplaşırdı bende mahsul zamanı çok gidip görmüşümdür. Benim dedemin  icara verdiği kişi de eski Mıtrıp Kemanı Fayığın def çalan arkadaşı Yasin efendi idi. Yasin Efendi ile dedemin arası çoğ iyiydi. Al verde asla hile hurda olmazdı. Yasin Efendi keyifli bir adamdı. Bazen dedemle gidende çayı demletirdi ve eline defi alıp bildiği türküleri söylerdi. Çocuktum hayal meyal hatırlıyorum.Yonca ekip biçerlerdi bizim ota ihtiyacımız olmadığı için dedem parasını alırdı veya birine satardı.

Ayrıca Erek dağı eteklerinde de buğday tarlamız vardı onu da rahmetli dedem icara vermişti . İcar değdim kiraya vermiş demek. ve mahsul zamanı buğdayı paylaşıp alıp öküz arabası ile eve getirirdi ve biz o buğdayı Akköprüde Elo Dayının öküz arabası ile  götürüp buğdayı un edip eve getirir tekneye koyar ve daha sonra bizim tandır evinde ihtiyaç oldukça ekmek yapar yerdik.

Yani ekin olunca haliyle bu ekinleri , bu bağ ve bahçeleri bu bostanları sulamak içinde su lazımdı. Elhamdülillah su sıkıntısı da yoktu çünkü onlarca kehrizimiz gümbür gümbür Erek dağı eteklerinden çıkıp Van denizine dökülüyordu.

Lakin tabi su bol da ama bu suları bir düzen içerisinde tayin ve tanzim işini de DSİ yapıyordu.

Suların tevzisi dağıtımı ile vazifelendirilen her mahallenin veya birkaç mahalleye bakan bir vazifeli olurdu. İşte bu vazifeliye de o zamanlar “ÇIRPAÇ” diyorduk. Ne zaman kime ne kadar su gidecekse bunun tayin ve tespitini de yerine getiren bu çırpaçlardı. Onlar kime ne zaman ne kadar su gittiğini çok iyi takip eder ve bilirlerdi. Ama yinede işleri zordu. Arada birine su sırası gelmiş benim bahçeme de azıcık gitsin deyip suyun birazını kendisine çevirdiği zaman iki bağ ve bahçe sahibi arasında maraza çıkardı. Çok su kavgaları olurdu. Hayatımda susuz yaz filmindeki gibi  ölümlere yaralanmalara şahit olmadım ama  yumrukların konuşma safhasına geldiği anları da iyi hatırlıyorum.

Herkes hakkına sahip olmak istemiyordu daha çok su istiyordu.İşte bu da komşuların birbirlerine darılmalarına kırılmalarına sebep oluyordu.

Arğın veya kanalın başındaki kişi şanslı olurdu çünkü istediği zaman bir hamle yapıp kaçamak suyu bahçesine akıtabilirdi. Ama ondan sonraki komşular o kadar şanslı değillerdi.

Bir örnek vereyim kendimden; Bizim suyun başında Rahmetli Göllülü Rahmetli Yılmaz Bingöl vardı Karayollarında çalışırdı. Ondan sonra bizim bahçeye su gelirdi daha sonra Hacı Nuhi Polatoğlu ve en sonunda da Avukat Tevfik Doğuışıkere sulama için su giderdi. İşte Birine su giderken biri de çaktırmadan azıcık da bizim bahçeye aksın diye suyun azı dahi olsa akınca dananın kuyruğu kopardı.

Her bahçe veya bağ büyüklüğüne göre sulaması zaman alırdı. Allah milletin gözünü doyursun suyu akıttılar mı su tumpları (Setleri) altında bırakırdı! Artık yürüyecek tump bile kalmazdı.

İşte özellikle bahçeler gece sulandığı için bütün aile büyüğü küçüğü seferber olur kerdilere suyu verir biri ha bire ağrın (Nakalın)  başına gider birisi suyu araklamasın diye devriye gezerdi.

Ellerde kürekler bir kaçın da fenerler bele birkaç saat o yana bu yana koşturur durur ve bağçe sulanınca oğğeşşş der çok şükür bu seferde sulama derdinden kurtulduk derdik. Bahçe sulamak da zahmetli ve sabır isteyen bir işti.

Hoş bi şeydi bahçe sulamak. Gece vakti su şırıltısı duymak bahçe sulamanın keyfini yaşamak o heyecanı içinde duymak apayrı bir şeydi.

İşte biz bu yüzden dört komşu su yüzünden çok birbirimizi kırıp zaman zaman küskünlükler yaşadık. İşte o zamanlar her bir an Susuz yaz filmi gibiydi. Suyu kesen çok Erol Taşlar vardı tabi. Hepimiz su için birer Erol Taştık o yıllarda.

İlk zamanlar arğlar vardı ve toprağtan idi. Bir iki kürek çamurla suyun yönünü değiştirebiliyorduk. Daha sonra DSİ beton kanallar yapınca Suyu çevirmeniz için anahtar gerekiyordu o da çırpaçta vardı. O yüzden çoğu zaman herkes hakkına razı oluyordu. Fakat yinede   değişik anahtarla suyu kesip kendisine doğru akıtanlarda vardı.

Çırpaçlık da öyle kolay değildi. Zavallı adamlar su sırası yüzünden her gün biri veya birileriyle dalaşıyorlardı. Bizim Mahallenin çırpaçı Rahmetli Rasim idi. İşine de çok sadıktı geceleri sabaha kadar dolanıp dururdu. Gerçi hepsi de aynı  vazife şuuru içindeydiler ama bazıları bizim Rasim gibi daha bir işlerinde çok titizlerdi. Allah rahmet etsin mekanı cennet olsun inşallah. Helali hoş olsun.

Evet bağ bahçe bostanlar sulanıyordu ama ne yaparsınız heç de Ağaya beleş değildi. Bahçenizi sulamanız için gidip Çavuş başındaki DSİ Şubeden vesika almanız gerekiyordu. Ve vesikayı aldığınız zamanda o sulama sezonu için bir miktar para ödemeniz  gerekiyordu. O vesikayı aldıktan sonra zaten çırpaça göstermezseniz katiyetle size su vermezdi. Bunun kaçmağı ve uçmağı yoktu ve herkesin bir vesikası Yani “Su ruhsatı” vardı.

Tabi ki yaşanmışlıkları kağıda dökmek anlatmak gibi olmuyor ama biz yinede o günleri anlatmaya yazmaya dillendirmeye gayretten geri kalmıyoruz.

Bizim eski Banka sokağı civarında mutad bekli bağ bahçe evlerden ayrı bir de geniş büyük üzüm bağları vardı. Mesela Kahveci oğlu Cemal beyin üzüm bağı, Seyidin üzüm bağı dillerdeydi. Yine Hacı Nuhi Polatoğlu’nun üzüm bağı Arab oğlu Kemal beyin, Recep Edeşun üzüm bağı müthiş siyah üzümlerin yetiştiği bağlardı. En büyük üzüm Bağı da Recep Edoşun bahçesiydi. Ve gece olduğu zaman it kopuk hır gür yatağıydı. Bizim bahçenin dibi,ndeydi inanın biz duvardan öteye bakmaktan korkardık.

Velhasıl etrafımız da meyve ağaçları üzüm bağları su şırıltıları ile insanların mest olduğu bir sokaktı Eski Banka sokağı. Böyle bir yerde yaşadığım için çok şanslıyım.

Yaşamasaydık acaba neyi yazacaktım ve sizde neyi okuyacaktınız ki sevgili dostlarım hemşerilerim ?

Su bizim bahçeye geldiği zaman su tumpların altına düştüğü zaman hemen dedem veya babam bana dönüp hele bi arğın  başına get bağım suyu kim kesmiş derlerdi.

Ama şimdi ne bağ kaldı ne de su yaşananlar hepsi bir anı oldu kaldı.

Nerde o bağ bağçe suladığımız günler.

Bakmadan Geçme