Bir Paris filmi

Şahbettin Uluat yazdı...

Cuma akşamı bir Fransız televizyon kanalında Paris Est Tojours Paris adlı, 1951 yılı Fransız İtalyan ortak yapımı, siyah beyaz bir film izledim.

İzlerken aklıma henüz her tarafı betonlaşmamış İstanbul'da çekilmiş eski siyah beyaz Türk filmleri geldi. Biraz da o dönemin Paris'ini merak ettiğim için oturdum ekran karşısına.

Film boyunca İtalyanca ve Fransızca dilleri birbirine karışıyordu. Sınırlı İngilizce altyazı ile yayınlanıyordu ve özellikle yoğunlaştığı iki şey vardı.

Bunlardan birincisi o günlerin Paris'inin kendisiydi. Şehir belli başlı yerleriyle kısaca tanıtılıyordu ve farklı yerlerde yapılmış diğer çekimlerle doğal olarak o günden bugüne, bugünden geleceğe değişecek Paris'in 1951'deki hali tarihe mal ediliyordu.

İkincisi de doğal olarak filmin konusu, yani şehri ziyarete gelmiş olan İtalyan turistlerin ardına düştükleri Paris düşleriydi. Onlar kendi ülkelerine göre özgürlüklerin daha fazla olduğu bu kentin nimetlerinden yararlanma peşindeydiler. 

İlk sahnelerin birinde bir tur rehberi o yılların otobüslerinden biriyle İtalyan gruba tarihi binaları, eserleri, taş döşenmiş geniş meydanları ve bakımsız ara sokakları ile o günün Paris'ini gezdiriyordu.

O Paris'te hem at arabası, hem metro vardı. O Paris'te güzel giyimli, ince, zarif Fransız kadınları vardı. Fazla kalabalık olmayan küçük eğlence yerleri ve oralarda henüz çok fazla teknoloji bulaşmamış insan becerisinin ön plana çıktığı eğlence mekânları vardı.

O eğlence mekânlarının birinde, (bir vakit Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi'nin Fransızca ders videolarında açılış müziği olarak kullanılmış olan ve) Yves Montland tarafından seslendirilen ve müziği insanın ayaklarını yerden kesen “A Paris” adlı güzel şarkı da vardı.

Türü komedi olan filmin başlıca esprisi hayallerindeki Parisli kadınlara ulaşabilmek için İtalyan erkeklerinin yaptıkları hamleler ve gördükleri karşılıklar ile yapılan yanlışlar ve yanlış anlamalardı. 

Genciyle, yaşlısıyla İtalyan erkekleri eşlerini, yakınlarını geride, otelde bırakıp düşlerindeki Paris'i yaşamaya çalışıyorlardı. Elbette eşler ve yakınlar da bu arada boş durmuyordu.

Gruptakilerden genç ve yakışıklı biri, bir gazete ve dergi satış yerinde çalışan Fransız kıza kene gibi yapışıp arkadaşlık kurmayı, onu duygusal bir bağa dönüştürmeyi başarıyordu.

Bir sahnede arkadaşlık kurduğu Fransız kızla Sen Nehri'nde tekne gezintisi yaparken kıyıda bir çiftin öpüşmekte olduğunu görünce “herkesin önünde öpüşüyorlar” diye hayret ediyordu. Bu da Fransa'nın o gün için İtalya'ya göre bireysel özgürlükler anlamında bu anlamda bir adım önde olduğunun işaretiydi.

*

İzlediğim pek çok diğer film gibi bu filmde de ufuk açıcı, düşündürücü şeyler vardı.

Bir kere iki dünya savaşı geçirmiş bir başkent olarak Paris'te bulunan tarihi binaların, katedrallerin çoğu ya zarar görmemişti, ya da savaş sonrası onarılıp ayağa kaldırılmıştı. Eminim ki, o yapılardan pek çoğu eğer Notre Dame Katedrali gibi bir yangına maruz kalmamışsa bugün bile ilk günkü halleriyle ayakta ve koruma altındadır.

Ayrıca şehir sıcak insanlarıyla dinamik ve hareketliydi. Onu cazibe merkezi kılan nedenlerden biri de buydu.

Film siyah beyaz olsa da 1951 yılı yapımı olduğu düşünülürse çekimler oldukça kaliteliydi.

Bakmadan Geçme