ÇÖZÜM ve DİYARBAKIR ZİYARETİ...!?

Bütün sorunların anası bir sorun: Kürt Sorunu

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’a gitmesi ile birlikte uzun süredir yokmuş gibi davranılan “çözüm süreci” yeniden tartışılmaya başlandı. Bilinmeli ki eğer bu güvenlikçi anlayışla gidilirse daha çok tartışılacaktır bu konu...

Niye böyle diyoruz? Nedeni belli; bir bellek hatırlatması bize sorunun cevabını net biçimde verecektir: Bugüne kadar;
. 60’ın üzerinde hükümet,
.12 cumhurbaşkanı,
. 28 başbakan (ki artık bu sistem de o da yok) değişti.
. Bu konuda 70’in üstünde resmi rapor hazırlandı,
. 28 TBMM Komisyonu kuruldu.
. 4000 civarında köy ve mezra boşaltıldı.
. Devletin resmi raporlarına göre 17 bin faili meçhul yaşandı.
. 3,5 milyon insan yer değiştirdi, göçe zorlandı.
. 1000’lerce operasyon yapıldı
. On binlerce insan öldü...

. Trilyonlarca lira harcandı.

. Birileri zenginleşti, Türkiye ise yoksullaştı.

. Ama sorun çözülmedi, çözülemedi.

Birincisi samimiyet yoktu, ikincisi her seferinde nihai çözümün askeri olduğu düşünüldü. Çözüldü mü? Hayır.

Bu sorun askeri yöntemlerle çözülemez

Onca zamana, can ve mal kaybına rağmen sorun çözülemedi. Bu anlayışla, baskıyla, sindirmeyle, öldürmeyle çözülemez de. Eğer bu anlayışla çözülebilseydi şimdiye kadar çözülürdü. Demek ki bu yol yol değil. Aksine bu tutum gelecekte olası bir çözümü daha da ağırlaştırıyor hatta gittikçe rehin alıyor, başka boyutlara itiyor.

Einstein, “delilik, aynı şeyi tekrara tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir” diyor. O halde bu sorunu birden fazla kez aynı mantıkla çözemeyenlerin bunu tekrar tekrar denemesinin manası ne? Birilerine siyasi rant ve ikbal sağlamak mı? O değilse başka neye yaradı?

Oysa Kürt sorunun çözülmesi bir ülke meselesi; birilerinin milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı seçilmesinden daha önemli ve çok daha kıymetli. Sorun çözüldüğünde birileri değil ülke refaha kavuşacak. Demokratik haklar ihya olduğunda kimsenin haklarında bir eksilme olmayacak bilakis yaşam standartları daha da yükselecektir.

Peki o halde bu sorun nasıl ele alınabilir, neyle ve  nasıl çözülebilir?

İki tür adım şart

Sorunun çözümü iki tür adım atmayı gerektirir. Bunlardan ilki psikolojik, ikincisi somut adımlardır.

Psikolojik adımlar, öncelikle;

. İyi niyet göstermeyi,

. Samimiyetle davranmayı,

. Barış dilini kullanmayı,

. Empati yapmayı ve

. Bölünme paranoyasından arınmayı ve kurtulmayı gerektirir.

Bu dört adım çözümün psikolojik alt yapısını hazırlayacak olan zihni değişime tekabül eder. Ancak, bu “zihniyet değişikliği” gerçekleştikten sonra somut adımlar atılabilir. Somut adımlar son tahlilde dil ve idare siyasetiyle ilgilidir.

Psikolojik alt yapı hazırlandıktan sonra atılacak somut adımlar ise bellidir. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok, kırk yıldır tartışılıyor, herkes bunların ne olduğunu aşağı yukarı biliyor. Kısaca somut adımları özetlersek;

. Anadilde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması,

. Kültürel hakların ihyası,

. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve

.Şok ekonomik tedbirlerin uygulanmasıdır.

Bütün bunların gerçekleşmesi için de olmazsa olmaz “toplumsal barışın” sağlanmasıdır. Bunu sağlamak ise siyaset kurumunun görevidir.

Barışı sağlamak ülkeyi yönetenlerin en temel görevidir

Çünkü siyasetin tartışmasız üç işlevi ya da görevi vardır. Bunlar;

1-Üretimi artırmak,

2-Üretilenin hakça bölüşümünü sağlamak,

3-Bunların barış ve huzur ortamında gerçekleşmesini sağlamaktır.

Barış ve huzur olmadan refah olmaz, olsa da bir işe yaramaz. Çünkü ekonomik istikrarın alt yapısı siyasi istikrara dayanır. Siyasi istikrarın da üzerine oturduğu saç ayağı demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygıdır ve bunun adı toplumsal barıştır.

Düşünün, zengin bir ülkede yaşıyor olsanız bile her gün cenazeler gelse, yani evin içinde kavga gürültü olsa orada huzur olur mu? Olmaz. Olmuyor nitekim.

Hepimiz yorulduk bu beceriksiz siyasetten. Sorunu çözmesi gerekirken, kendisi çözülmesi gereken bir sorun haline gelen bu güvenlikçi, statükocu politikalardan. Her gün cenaze görmekten, ölüm rakamları dinlemekten, insanı sayılara indirgeyen mantıktan, ölü sayıcılıktan.

Ölüm bile yoruldu bu işten

Evet, artık yeter, ölüm bile yoruldu bu işten; şimdi en güzel şiir barıştır ve bu yüzden aslolan barışı gerçekleştirmektir.  Hala ölü sayıcılıktan sonuç bekleniyor ve buradan bir siyasi zafer çıkarılmak isteniyor. Bu tarih bilmezlik daha doğrusu tarih bilincinde yoksunluk, tarihten ders çıkarmamak nereye kadar.

Eğer ölümler çözseydi tarihsel sürece baktığımızda onlarca ölüm, katliam yaşandı. Şimdiye kadar çözülürdü, geriye bir şey kalmazdı. Ama çözmedi, ölmek, öldürmek çözemez de.. Aksine düşmanlığı besler, kopuşu hızlandırır.

Çağımızda önemli olan hamasi nutuklarla insanları ölüme göndermek değil yaşatmaktır. Sormak lazım; her seferinde “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen siyasiler  neden bu sözün gereğini yerine getirmiyorlar?

Barış iyidir, hem de en iyisi. Savaş, çatışma ise her bakımdan kötüdür. İyi savaş olmadığı gibi kötü barış da yoktur. Savaş, çatışama açlık yokluk, yoksulluk demektir. Ölüm demektir. Göze göz demektir. Göze göz ise dünyayı kör eder.

O yüzden; şiddet ve çatışma mantığı terkedilmeli. Diyalog ve müzakere ile sorunlar ele alınıp çözüme kavuşturulmalıdır, diyoruz.

Diyalog ve müzakere şart

Bazı siyasi partiler diğerini adeta şeytanlaştırıp düşmanlaştırıyor. Ben onunla diyaloga girmem diyor. Bu tavır yanlıştır, hatalıdır. Bakın dünyaya müzakere ve diyalog, karşıtlar hatta düşmanlar tarafından yapılıyor. Dostlar neden müzakere masasına otursun ki? Onların arasında zaten diyalog ve dostluk var. Bu iş olmayanlar arasında gerçekleştirilir ki düze çıkılsın. O yüzden bu sığ mantıktan tarafların kurtulması lazım. Gerekirse sorunun çözümü için fedakârlık yapması lazım.

Bu sorunun şiddetle silahla çözülemeyeceğini 2013 de Diyarbakır’da HDP temsilcileri Öcalan’ın mektubunu okuyarak dile getirmedi mi? O zaman onlar da gereğini yapmalıdır. İktidarın da HDP’yi meşru siyaset kulvarının dışına sürmesi yanlıştır. Bugün bölgeden en yüksek oyu alan bir partiyi kapatırsanız o taktirde kiminle diyalog kuracaksınız?

HDP’nin de ben falanla, filanla görüşmem savları yanlıştır. Sorun çözülecekse şeytanla bile masaya oturmalıdır. Bu öyle duygulara ya da bir takım sivri çıkışlara kurban edilecek bir mesele değil.

Kürtlerin sorunu varsa bu sorunu çözmek için herkesle masaya oturmalı ve çözüm için ne gerekiyorsa yapmalılar. Zaten diyalog karşılıklı fedakârlık ve tavizlerle orta bir noktada anlaşmak ve uzlaşmak demektir. Yoksa bu ortam ne zamana kadar böyle sürecek?

Taraflar bunu bilince çıkarmalı ve yaşama geçirmelidir.

Çözümün anahtarı eşitliğin sağlanmasındadır

Bu sağlanırsa geriye özgürlüklerin ihyası, eşitliğin sağlanması kalıyor. O noktada eşitlik ile özgürlükler meselesinin yasal ve anayasal güvenceye alınması söz konusu... Bu sorun kanımca son tahlilde bir eşitlik meselesi olarak karşımıza çıkıyor.

Bu bağlamada herkes sadece askerlik yaparken, vergi verirken değil, ana dilini kullanırken de eşit olmak istiyor... Üstelik anadile ilişkin hak sadece siyasi değil, aynı zamanda insani ve vicdani bir meseledir.

Unutulmamalı ki; sözde eşitlik kardeşliği sağlamaz, ama hukuksal eşitlik kardeşliği sağlayabilir. Ne yazık ki bugüne kadar bir çok lider buna talip olarak ortaya çıktı ama sonunu getiremedi!

Demirel’den Erdoğan’a uzanan süreç

O halde sormak lazım: Mademki mezarlıklarda kavgasız, savaşsız, sınırsız, vizesiz bir ceset kardeşliği oluyorsa; bunu oraya gitmeden, yaşarken başarmak neden bu kadar zor? Bu nedenle de adı ne olursa olsun, çözüm ısrarla denenmelidir, barış savunulmalıdır. Fakat ne hikmetse yönetenler bunu hep söylüyorlar ama işi sonuca götürmek için gereğini yapmıyorlar.

İşte bazı örnekler:

. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, başbakan olarak 1992'de SHP Genel Başkanı İnönü ile Diyarbakır’a gidip “Kürt realitesini tanıyoruz” ifadesini kullanmıştı. Tanıdığı realiteye bir daha sahip çıktığına kimse tanık olmadı.

. Başbakan Mesut Yılmaz takvimler 16 Aralık 1999'u gösterdiğinde Diyarbakır’a gelmiş, yaptığı konuşmada “Geçmişe artık sadece yanlışlarımızdan ders almak için bakmalıyız ve aynı yanlışları tekrarlamamalıyız. Avrupa Birliği'ne üyeliğimize giden yolun Diyarbakır'dan geçtiğine inanıyorum” ifadelerini kullanmıştı. Ancak ne o bu sözün ardından iktidar koltuğunu görebildi, ne de Türkiye AB’ye üye olabildi.

. Devlet Bahçeli, bir açıklamasında Yılmaz’ın bu sözüne göndermede bulunarak “Biz o Diyarbakır’dan geçen yolu Ankara’da kesmesini biliriz!” demişti. Bahçeli’nin öncülü Alparslan Türkeş ise o dönemlerde çıkan Kürt raporlarına ve Orhan Doğan’ın “Türkiye mozaiği” benzetmesine atfen “Ne mozaiği ulan! Mermer, mermer!” ifadelerini kullanmıştı.

. Necmettin Erbakan da Kürtlerin gönlünü okşamaktan geri durmamış, okullarda okutulan Andımızı tepki göstererek “Okullarda çocuklara ‘Ne mutlu Türküm diyene’ diye bağırtıyorlar. Bu yanlış, Türk böyle derse Kürdün de ne mutlu Kürdüm deme hakkı doğar” cümlelerini kurmuştu.

. Ölümü halen tartışılan geçmiş Cumhurbaşkanlardan Turgut Özal ise son röportajında “Türkiye’nin bu meseleyi çözmesi lazım, bu mesele çözülmeden büyük bir devlet olamayız… Onun için diyorum ki bu mesele çözülecektir. Çözülmeye mahkûmdur… Bu çözüm ise eski vatan millet Sakarya hikâyeleri ile olamaz.”

. Şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ağustos 2005'te Diyarbakır'daki bir mitingde başbakan olarak yaptığı konuşmada, Türkiye'nin geldiği noktadan geri adım atılmayacağını, demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin verilmeyeceğini belirterek, “Kürt sorunu benim sorunumdur. Her sorunun çözümünün adresi biziz. Daha fazla Demokrasi, daha fazla hukukla çözeceğiz" demişti.

. Erdoğan Kürt sorunu ile ilgili pozitif açıklamalarını ilerleyen yıllarda da sürdürdü. 2009 yılında “Kürt sorununun çözümü için yeni bir çalışma başlattık” demiş, 2010'da ise “Ben bir Başbakan olarak Kürt sorununu savunuyorum ve savunmaya da devam edeceğim” ifadelerini kullanmıştı.

. 2011'den sonra ise Erdoğan ağız değiştirmeye başladı. O yıl “Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur. Kabul etmiyorum. Bu ülkede Kürt kardeşimin sorunu var, ama Kürt sorunu artık yok” demiş aynı yılın sonunda ise “Bu ülkede Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” söylemine dönmüştü.

.2015'te ise Kürt sorunu ile ilgili kalın bir vurgu yapıp “Kardeşim ne Kürt sorunu ya?” sözleriyle siyaset tarihine geçmişti.

Darda olan her yolu dener

Ancak son tahlilde bir şey var: Biden yönetimi Kürt sorunun demokratik yollardan çözülmesini istiyor. Erdoğan da iktidarını sürdürmek için Biden’le yakınlaşmaya ihtiyaç duyuyor. Afganistan’a ABD yerine asker göndermek de bu minvalde okunmalı. 

Kaldı ki pragmatik bir lider olarak Erdoğan MHP ile birlikteliği bozup başka senaryolara da kayabilir. Bunlardan biri de yeniden HDP ile yakınlaşmaktır. O nedenle Katırcıoğlu’nun bu minvalde sarf ettiği sözlerini yabana atmamak gerekir.

Nitekim Erdoğan’ın “çözüm sürecini biz bozmadık, 2005 yılında söylediklerimizin arkasındayız” çıkışı bu ipuçlarıyla yüklü ve bir de bu açıdan okunmalı

Özetlersek;

. Cari hükümet bu sorunu yıllarca çözüyormuş gibi yapıp çözmedi.

. Demirel 1992’de Diyarbakır’a gidip Kürt realitesini tanıyoruz dedi orda kaldı.

. Mesut Yılmaz 1999’da AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer dedi bir türlü bu yoldan geçemedi.

. Tansu Çiller Bask Modelinden bahsettikten sonra bir daha bu sözleri ağzına almadı.
. Ağar “düz ovada siyasetten” bahsettikten sonra siyasetten silindi...

. Erdoğan Ağustos 2005 yılında Diyarbakır meydanında “Kürt sorunu herkes gibi benim de sorunumdur. Bu sorunu daha fazla hukuk, daha fazla demokrasi ile çözeceğim” dedi ama çözmediği gibi, bir süre sonra “sorun yok” deme noktasına geldi.

Bu ne iştir bilen var mı gerçekten? “Çözüm sürecini HDP bozdu” sözlerine bir de bu tarihi perspektifle bakın.

İktidara gelen herkes başta “çözeceğim” diye ortaya çıkıyor ama (her ne hikmetse!) sonra birden vazgeçiliyor, vaz geçmekle de kalınmıyor tam tersi bir istikamete giriliyor. Sizce de bu durum dikkat çekici değil mi?. (Bu olgu ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu)

Muhalefet cesur olmalı

Gelelim muhalefete. CHP son zamanlarda kurduğu “Doğru Masası çalışmalarıyla bölgeye bir hareketlenme getirdi ve bu bir süredir CHP’ye olan ilgiyi daha da artırdı. CHP iyi bir strateji izlerse bu seçimde bölgenin bazı büyük illerinden (Diyarbakır, Van, Mardin gibi) milletvekili de çıkartabilir. Bu da sorunun çözümüne katkı sağlar.

Fakat muhalefet bu konuda iki noktada biraz tutuk davranıyor: Bir Kürt sorunun çözümüne dair görüşlerini net biçimde ortaya koymaktan çekiniyor. İki, iktidar koalisyonun HDP’yi adeta kriminalize edip muhalefet birliğinin dışına atma tuzağına düşüyor.

Denebilir ki İyi parti var. İyi de zaten ittifak görüşlerini aynileştirecek değil ki?  Tersine herkes görüşünü koruduğu taktirde kendi cephesindeki oyları alabilecek. Yani muhalefet partileri birbirine benzemeyecek, herkes kendi mahallesine hitap edecek, çok farklı alan ve düşüncelerde olan oylar asgari ölçü ve ilklerde birleşilen bir program etrafında toplanma mahareti gösterecek ve başarılı olunacak.

Asgari birleşilen noktalar da belli: Sistem değişsin ve gelecek olan demokratik olsun, Kürt sorunu çözülsün. Bunun için hiçbir partinin kendi görüşlerinden hatta birbirilerine bakışlarından feragat etmesi gerekmez.

Başarı için bu şart, aksi taktirde sonuç almak zorlaşır, hatta bundan da öte mümkün olmaktan çıkar. Oysa siyaset ihtimal dahilinde olanı mümkün kılma sanatıdır. Muhalefetin başarılı olması için bu hüneri göstermesi gerekir.

Yol ayırımı ve çözüm iradesi

Türkiye geldiği noktada bir yol ayırımında; ya bu sorunu çözerek demokratik dünyadaki saygın yerini alacak ya da onu siyaset malzemesi olarak ha bire kullanıp sonunda gelişmemiş üçüncü dünya devletlerinin yanına savrulmaktan kendini kurtaramayacak. 

Şimdi muhalefet çözüm vaatlerini cesurca dillendirmeli.  Fakat özellikle CHP şu eleştiriyi de dikkate almalı: “Yerelde CHP’yi büyük kentlerde iktidara taşıyan ve gelecek seçimde de seçimin anahtar partisi olan HDP ile yan yana durmaktan bile korkan bir muhalefet Kürt sorununu çözebilir mi?” Bu sorular soruluyor. “Giden gitsin ama gelen de bizi kör bıçakla beklemesin” mealinde bir söz söylemişti. S. Süreyya Önder, bu HDP’nin ne düşündüğünü gösteriyor.

Başta CHP olmak üzere muhalefet şöyle bir yanlışa düşmemeli: “Nasıl olsa HDP AKP’ye karşı, biz ne yaparsak yapalım bize oy vermeye elleri mahkûm” Bu büyük bir hata olur. Bir taraftan AKP, MHP koalisyonu CHP’yi HDP’den uzaklaştırmak için çeşitli tuzaklar hazırlarken öbür taraftan kendileri bu tuzağa düşmemeli.

Ve bir tespit: Çok partili yaşama geçildikten bu yana bölgede birinci ya da ikinci olmamış hiçbir parti, iktidar olamamış. O halde, muhalefet iktidar olmak istiyorsa bu sorunu nasıl çözeceğini cesaretle deklere ederek öyle seçime gitmelidir.

Bilinmeli ki; bu sorunu çözenler halkın kalbine altın harflerle kazınacak ve sorunu çözmüş bir Türkiye beş on yıl içinde bölgesinin en güçlü ve saygın demokrasisi olacaktır.

Bakmadan Geçme