Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


ŞİMDİ OLACAK İŞ Mİ?

ORHAN DEMİRTAŞ

Şu kocaman hayatta

onca rüzgar varken,

...onca deniz, onca gül

onca bulut, onca yıldız

onca kır - bayır,

..............orman

Ve bir çok çiçek

envay türlü kelebek, kuş, böcek,

aynı zamanda

......ellerin, gözlerin, elmacık kemiklerin

palmiye kaideli saçının her telinde

atan kalbim varken

Ve dahi

hiç olmayan kadar

sen gel bütün işi gücü bırak,

onun uğruna dünyanın etrafını

dolaş, yalınayak

Ve olanca canını sadece

ellerinin değdiği yerlere bırak

sonra yine sen gel, bir başına kal,

....derin bir boşlukta hem de

taş gibi, kaya gibi bir yalnızlığa çarparak

şimdi olacak iş mi bu

.......ey iki gözümün ikisi.

“İKRA” OKU “KALEM” YAZ

HAMİYET KOPARTAN

Uslanmaz bir âşık olabilirsin

Çıkmaz sokakta tek kalabilirsin

Ya da girdapta boğulabilirsin

Açmazını kalem et, kâğıda yaz

Hıçkırığın içte coşkun nehirse

Kelimeler boğazında düğümse

Dilin kelâm etmeyi istemezse

İçini kaleme dök, kâğıda yaz

Yum gözünü, istediğini düşle

Hayallerini nakış gibi işle

Tutkulu bir istek, tende ateşle

Derdini kaleme aç, kâğıda yaz

Beyaz kâğıtta kayan kara kalem

Böyle ikili görmemiştir âlem

Yazdıkça silinir keder ve elem

Neş’eni kalem eyle, kâğıda yaz

Kalem yara açar, acıtır canı.

Beyaz kâğıda döker kara kanı.

İfşa eder uyuyan saklı yanı,

Sırrını kaleme aç, kâğıda yaz

Kâğıdın dokusun yoklamak için

Kalemin kokusun koklamak için

Öldükten sonra da yaşamak için

Öteleri kalem et, kâğıda yaz

Nevşehrî, yeter ki yaz, hem kış hem yaz

Haddi bilmeyene ne söylesem az

“İkra” okuyup “Kalem” yazmak için

Gönlünü kaleme ver, kâğıda yaz.        

ADIN AŞK...

LEYLA KAVAK

Van Gölü gibisin sen

mavi yeşil bakarım sana

sen gelince aklıma

kelebekler gizlenir gülüşüme...

Görseydim gülüşünü

öpseydim gülüşünden

uzardı belki ömrüm

Dörtlüklerim var benim

içimde birikip taşan

Van Gölü’ne sığmayan

Maviye doymuş mu

bilmem

ben yeşile doymadan...

SENİN ADIN AŞK

ZEYNEP ZENGİN

Senin adın aşk olsun

sevsinler, yaşasınlar seni

ama kimsenin

tam olarak anlamadığı

Sahi aşk neydi?

Her şiire ilham olan

her yerde duyulan

ölen, öldüren, yaralayan…

Ey aşk

şiir olsunlar yoluna

her adımında

yüreklere değen.

DUAYLA HIRKA GİYDİRDİM

VEDAT YARIŞAN

Düşümde gördüm Aksa nur içinde

göğü sarmış güvercinler dilimde huzur

Kudüs yankısı göğsümde duru

Ey Mescit-i Aksa!

ey insanları imana çağıran, gölgene sığındım

göğsümü gerdim nur dağına, çaresizim

yoksul bir çocuğum, saf geldim kapına

Kurak toprağına küstüm bir zaman

parça parça bölündüm her an

uzak kaldım nurundan, af eyle

sarsıldım boynum büküldü acıdan

eğildi gövdem gün boyu ağladım

Sen ki Kudüs’sün, ey kutlu yer

sokakların imanla gözyaşı döker 

ilahi sözlerle yanık sesler

kubbe aşka çağırır herkesi

Dağılır yırtılır koca bulutlar

göğün maviliğine kucak açmış ağaçlar

her dalı bir serçe okşar susuz lalezarlar

feryat etmek bana göre değil

ben kelime-i şahadetle can verir her gece

Kudüs için kabul buyur, kul olur kapından

kan kusarım mescit-i Aksa’yı bırakmam

Kalender olur ismiyle hazretler her ezan vaktinde

dualar yağdırır göğe Allah Allah yankısıyla

peygamber şehrinde zulüm kabul edilmez

Itrı tersine gelirse el kesilir

mezar bile kabul etmez

Ey bizi var eden yaşlandık Kudüs’e ömür verdik

baş senin, gövde senin , can senin.

ARAP DİYARLARININ TILSIMI

YUSUF KAZAK

Tüm dünyada, insanı eşsiz yolculuklara ve esrarengiz serüvenlere çıkarmaya muktedir pek 'özel' diyarlar vardır. Hiç şüphesiz bunların başında 'Fantastik Arap Geceleri'nin tılsımlı çöllerle bütünleşerek bir büyü oluşturduğu Arap diyarları gelir. Bu diyarların her karışında, bu büyüyü iliklerine kadar hissetmek ve kadim zamanların hazine avcılarının mücevherat bulmak uğrunda donandıkları kâşif bakışlara bürünmek işten bile değildir.

Piramitler'de gezinti yaparken Antik Mısır rüyalarına dalan insan, Nil’in sularıyla ruhunu arındırır ve Nefertiti’nin tüm beldelere yayılan güzelliği karşısında mest olmuşken birden Firavunların çağlar öncesini aşan sesleriyle irkilerek uyanır. Bu hadise aslında onun, karşı konulamaz merakını daha da arttırır ve ona diğer diyarlara uğraması için bir antik müsaade olur adeta. Bundan sonra yeni bir keşif yolculuğuna çıkan insan, bu kez Ürdün’dedir. Petra'ya ruhunu teslim eden ve insanı hayran bırakan devasa sütunlar karşısında el pençe divan duran kâşif, Romalı lejyonerlerin zifiri gecelerde giriştikleri savaşlar sırasında ellerindeki meşaleleri yakması gibi ruhundaki kıvılcımları bir Orta Çağ ateşine döndürür. Az sonra Romalı askerlerin ayak sesleri onu yeniden uyandıracaktır.

Bu uyanma, kişiyi daha da derin bir uykuya yatmaya ikna etmiştir. Sonrasında bu kez Lut Gölü'ndedir: İnsanın batmadığı fakat birçok medeniyetin ve kavmin battığı yerde. Kadim zamanların şatafat içerisinde yaşayan insanlarını bir an için çok net bir şekilde görmenin huşusunu tadar. Ve sonra gördüklerinin nasıl acı bir sonla bittiğine şahitlik eder. Müthiş bir ıstırap duyar ve yeniden uyanır. Şu ana dek yaşadıkları, onun ruhunu bir 'Aside' yemeği gibi pişirmiş ve kemale erdirmiştir. Yolcu, tüm gücünü toplayarak bir kez daha dalar ve gözünü bir Bedevi çadırında açar. Gece vakti orada konaklar ve çölün kalbinden ve en derinlerinden yayılan tılsımlı melodilere kulak verir. Arap semalarını süsleyen mehtabı seyre dalarak geceyi bitirir ve sabah vakti bir devenin tüm kumlarda yankılanan sesiyle uyanır. Şu ana dek ömrünün en özel anlarını yaşamıştır ve ölene dek atamayacağı bir şaşkınlık haline girmiştir. Fakat yine de yüreği ona hala bir şeylerin eksik olduğunu fısıldar ve ilham eder. Artık son bir kez daha yatması gerekiyordur. Son bir kez daha bilinmeyenlere dalan yolcu, Casablanca sokaklarında bir meczup gibi dolaşırken Simyacı'daki Santiago'nun, tüm dünyanın hazinelerinden daha üstün ve ışıltılı olarak tariflediği Fatima'nın, çöllerin gizemini andıran kahverengi gözlerine bakmanın ve dalmanın ayrıcalığını yaşar. Nihayetinde, yolculuğun ve şu Arap diyarlarının sırrının bu gözlerde saklı olduğunu anlamıştır.

  Bu, yalnızca çölün deruni ruhuna ve tüm zamanların sırrına vakıf olanların anlayabileceği bir sır idi. Bu yolculuk, Sahra Çölü’nde apansız beliren kum fırtınaları gibi kâşifin yüreğinde de dinmez fırtınalar meydana getirmişti.

MAZİLERE KARIŞMIŞ

BEDİH YÜCE

Mazilere karışmış davûdi sözler

Ne yar yürekler var ne ak yüzler

Ne Fatihler kaldı ne Kanuniler

Bir gün gelir de devran döner 

Tutuşmuş içimde dev gibi alev

Ne arayıştır bu kimi arar kimi bekler

Yaralı ümmet, kundakta kanlı bebekler

Selâhaddin’i Yavuz’u taşlar da bekler

Ümmetim…dedi yer gök inledi

Dağlar titredi, ümmet mi dedi,

Ne gök feryatta ne kimse duydu

Ey ümmet, uyanma vakti değil mi?

Yeter artık bir ben varım de

Bir ben ki yeri göğü inletenim de

Çağırırım Cebrail’i, Mikail’i, İsrafil’i

O seçilmişe ümmet işte biziz de.

BAŞIM TACISIN

ERTUĞRUL AKBAL

Allah seni yazmış Mevla’m kulusun

İntizar et sen de tutmaz canısın

Beddua anlamsız sevgi dolusun

Benim ilk aşkımsın başım tacısın

Kır çiçekleriyle süsledim seni

Ihlamur kokunla kokladım seni

Gelinciğim alım incitmem seni

Benim ilk çiçeğim başım tacısın

Mor güllerim diye candan severim

Ela gözlerine Allah’tır Kerim

Nazar boncukları çatlasın derim

Benim ilk göz ağrım başım tacısın

Leylaklar açınca senle yarışır

Mor gül sana inat onla barışır

Fesleğen kokunla tenim karışır

Benim ilk bebeğim başım tacısın

Ayçiçekleri güneşe dualar eder

Seni seven kalp de yok olur keder

Sen olmasan bu can kimlere gider

Benim ilk canımsın başım tacısın.

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme