Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri


BENİM İÇİN YARATMIŞ

ERTUĞRUL AKBAL

Minnacık yüreğime bir tutam sevgi ektin

Kocaman oluverdi beni kendine çektin

Sol yanıma sen doldun orada artık tekdin

Seni yaradan Allah benim için yaratmış

*

Doğuran o anana yetiştiren babana

Feda olsun canım verdiler seni bana

Gözlerin bana bakar bakmazsın sen yabana

Seni yaradan Allah benim için yaratmış

*

Bak sevginden yüreğim tik tak tik tak atıyor

İçimdeki pazarda aşk muhabbet satıyor

Sevgin öyle kutsal ki baş köşede yatıyor

Seni yaradan Allah benim için yaratmış

*

Dünya fani ölüm var aşkımız hiç ölmesin

Yakalım şamdamları asırlarca sönmesin

Yaradana sözüm var bu can ele dönmesin

Seni yaradan Allah benim için yaratmış.

EL NE TADAR ANLAYA!

HÜLYA KARS

Ölümün kokusu gelir burnuna

Üzülürsün senin olmayan cana

Bir uyanış olsa dahi Mevla’ya

El ne eder, anlaya

Benimkisi bir sevdadır rüyada

Bilmişim de onu öyle saf amma

Aldığı nefesi kıskanırım ya

El ne bilir, anlaya

Göklerde ararım, yerdedir sanma

İnandımda sevdana aldandım ya

Gözüm âma, gönlüm yasta olsa da

El ne imiş, anlaya

Ey can, yaradılanın en güzeli

Çok ettin heder, bilmedin de değer

Bitmez artık yanan yürekteki keder

El ne sanar, anlaya

Cennet kokulum, söz tutana değer

Dünya döner, ben dönerim; O yeter.

Sevgim ki beni benden de hiç eder

El ne tadar, anlaya

YANLIZLIĞIMDAKİ ÇOCUĞA

ORHAN YAVRUÖZTÜRK

Otobüs dolusu bir öğrenci yalnızlığı var göğsümde.

Karanlığı aydınlatmayan sokak lambasının imkânsızlığı misali.

Kalk! Bir yalnızlık çizelim seninle çocuk, eli kolu bağlı bir yalnızlık.

Üzerinde kestaneler pişen bir sobanın dibine çökmüş...

Gülüşünle ısınıp allanan, gözyaşına mendil uzatan bir yalnızlık.

Sabahları erken uyanıp, seninle giyinip, seninle sofradan aç kalkan,

Her adım başı seni gözleyen, tüm ışıkların içinde seni terk etmeyen, pembemsi bir hayat ekseninde çepeçevre dolaşan bir yalnızlık...

Sen gözlerinle umudu ararken çocuk...

Duvarlarına tel örgüler çeken, güneşi bulutlarla selamlayan yağmurlu bir yalnızlık.

Sigara ışığını kalem eyleyip hayallerimizi küllere çizelim.

-Peki ya ansızın bir rüzgar belirlense ensemizde? 

Savurmayacak mı küllü hayallerimizi?

-Ah be çocuk! Alışık değil miyiz? Rüzgârda savrulmaya?

Zaten yakılmadı mı hayallerimiz,

Neyin endişesindeyiz? Uçuşan rengarenk kelebeklerimiz ateşe atlamadı mı çoktan?

Sonra acılara, hatıralara söve söve küllüklere sığdırmaya çalışmadık mi geçmişi?

Tren garına aceleyle yetişen, endişeli bir elveda yolcsu gibi.

Ve bizde bir başımıza bırakılıp boş verilmedik mi hayatın kaosunda?

Hadİ!

Hadi ne duruyorsun?

Kalk çocuk!

El uzat yalnızlığıma!

MASAL

ÖZAY POLATOĞLU

Taş kafalı bir masal

Divitinde kan damlası

Sayfalar kömür karası

Kelimeler iğne uçlu

Cümleler delik deşik

Katmerli bir ıstırap

Yerde can çekişir

Metin olmayan metin

Yoğun ilgiye muhtaç

Heyhat ne sedye

Ne hekim ne ilaç

Nokta dahi koymaz

Virgüle aç biilaç

Duyan gelir

Okuyan durur

Anlayan susar

Kimsesiz kalır

Katil gibi bir masal

Maktülü uykular

O masum çocukluk

Anılar mahzeninde

Bir ninniye tutunur

Bir de ana kokusuna

Ki o cennetten bir rayiha

Bir ışık düşer karanlığın ortasına

Yırtılır sözleri nefessiz bırakan sessizlik

Yavaş yavaş firar eder manalar

Yerden göğe doğru dualar

Issızlaşır inleyen mahzenler

Kötü kokular sarar kirli masalı

Ah ne büyüksün sen

Işığın efendisi

Taş kafada leş beyin

İster çök ister çürü

İster çağır

Seni firavunlar duyar

Karunlar anlar

Nemrutlar yazar

Yezidler söyler

Ey Hüseyin senin katilin de bu masal

Kerbela'da söylenen

Ve Ömer ve Osman ve Ali

Alp Er Tunga

Alparslan ve Sultan Murat

Ölümü doğuran Kabil'e inat

Masalsız Habil

Mezarsız fıtrat

Beton kalpli bir masal

Biri var bini yok eder

Evvel zamanı uhtut

Ahir zamanı hutame

Develeri hatip yapar

Pireleri kasap

Ah zalim masal

Anama beşiğimi yaktıran

Babamı diyar diyar gezdiren

Kaf Dağı diye sahraya düşüren masal

Ne zümrüdüanka ne hüma kuşu

Bildiğin leş kargası

Yahut kuzgun sürüsü

Zehirli sepette kızıl elmalar

Büyücü kaftanında diri bir beden

Ne beli bükük

Ne gözü kör

Ne eli titrek

Bir asa Musa'sı yok

Bir tasa Hızır'ı yok

Şehrin göbeğinde

Bir ağaç ama gölgesi yok

Ey kırmızı kanlı kız çocuk

Kızıl elmaya karnı tok çocuk

Yedi deveden yedi diyar gez çocuk

Yedi pireyi yedi cüceye kes çocuk

Sirke suratlı masal

Şir'in gösterip dağ deldiren

Leyla diye çöl gezdiren

Aslı'ma od değdiren

Bir gece vakti Artos'tan

Tamara'ya yüzdüren

O merdut sen değil misin

Tatlı gülün suyunu

Göz yaşıyla acıtan

Kar beyazı ölüm ile soğutan

Hile ile denize mezar kazan

Toprağa insan diken

Nankör biçen sen değilmisin

Vurdun bizi en derinden

Avcı masal

Yasak yerimizden

Kaçak masal

En güvendığimizden

Sahte masal

Veyl olsun masalcılara

Yüzü sirke satanlara

Taştan kafa yapanlara

Ve sepete zehir katanlara

Yüreğe beton dökenlere

Yüz bin kere veyl ola

Bir masal muradına

Hakikatten sapanlara

YİĞİT

SALİH KURTULMUŞ

Sana yiğit diyeceğim.

İsmini vermeyeceğim.

Sen rabbani bahçenin besmeleli halisin

Sen aziz milletin. umudu istikbalisin

Ey evladı Fatih’an uyuyan dev uyansın

Adelet diyen yürek susuzluğuna kansın

Coş tüm azametinle, secdegaha bakarak,

Peşine düşecekler tüm erenler kalkarak

Destur çek bük boynunu kibri yere sererek

Yığınlar dağ olacak can gönlünü görerek

Matemin bırakacak şühedalar, gaziler,

Bunca evladı millet, senin coşmanı diler

Sebildir yollarına, canlar başlar ayaklar

Fırat’ta duran mazlum hep gelmeni sayıklar

Horasan erenleri kılıç kuşanmış cenge

Gel gel diye haykırır girerler renkten renge

Tebriz’deki yiğitler cenk nameler okuyor

Yesi elinde ana sana gönül dokuyor

Analar hu çekiyor, babalar abdestliler

Yanı başında duran bil asımın nesliler

Halit bin velit sana kılıcını yollamış

Üzerine kak yazmış besmeleyle pullamış

SALİH destanlar için, kelimeler seçiyor

Kalk yiğidim hadi kalk yeter zaman geçiyor

……………………………........Süphan’dan

UCUZ ETTEN TİRİT

DERYA GÜLTEKİN

 (DAMLADA DERYA OLMAK KİTABIMDAN ALINTI...)

“Hacı hacıyı  Mekke’ de, hoca hocayı tekkede, sarhoş sarhoşu meyhanede bulurmuş.” derler. Her yer şahsına münhasır. Yani  azan belasını, arayan Mevla’sını buluyor bir yerlerde. Su bardağı su yolunda kırılırken tencere de yuvarlanıp kapağını  buluyor neticede. Her şey aslına rücu ediyor ve insan bu vech ile kalbinin ekmeğini yiyor.

“Ben bunu hak etmedim.  Bunu hak edecek ne yaptım ki?” serzenişleri, çoğumuzun dilindedir belki de. Başımıza gelenlerde sebebini dışarda arayacağımıza, kendimizi eleştirsek hak yerini bulacaktır elbette. Belki de “Oh olsun bana!” deyip cezamızı sindire sindire çekmeyi reva göreceğiz kendimize.

“Kendim ettim kendim buldum!”ları, karamsarlığa çevirip lafta ahlanmanın, şarkılarla savunmanın manası ise nafile. Yürüdüğümüz yolun taşlarını kendi ellerimizle dizdiğimiz halde yola kusur bulmanın mantığı ne?

Bazen taş gediğine oturur gibi biri diğerine öyle  yakışıyor ki! Baykuş viraneyle, âşık maşukla, gül bülbülle ne de güzel söyleşiyor. Hak dostluğu yerine şeytanla ahbap olanı ise  belâ  ne isabet buluyor! İnsan ne ederse, en başta kendine ediyor.

Ucuz etten tirit yapan lezzeti ya beğensin  ya da yemeği  yemesin.  Düğün görmeyip oynamayandan, ölü görmeyip ağlamayandan  yol yordam beklemesin.

Her şeye rağmen haklıysan, haksızlığa uğradıysan… Ahını alana   “Belanı bul!” demek yerine  “Layığını bul!“ demek, en güzel duadır inan; çünkü layığını bulmuş olması bir insanın yaşayacağı ya  en büyük imtihanı ya da en büyük cezası olacaktır her zaman.

Duçar olduğumuz belaya, ister kendimiz isterse düşmanımız sebep olmuş olsun son teselli kapımız Somuncu Babanın dizelerinde dile geldiği üzere:

Ne kahrı dest-i a’dâdan, ne lütfu âşinâdan bil

Umûrun hakka tefvîz et, Cenâb-ı Kibriyâ ‘dan bil

Ne kötülüğü düşmandan, ne iyiliği dosttan bil.

Hepsi Allah’tan… Allah’tan bil!

Kötülüklerden muhafaza olabilmek dileğiyle…

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme