Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

BİR YUSUF MASALI...

ŞİFANUR ÖZÇELİK ŞİRİN

- 8 milyar gülüş arasında seninkisi bir başka...

- Nasıl?

- Kiraz çiçeği gibi...

 

"Yıllar sonra öğrendim ki;

Bağırıp çağırmana gerek yok!

Sesini duymak isteyene bir fısıltın yeter" diyor Farid Farjad.

 

Sevgiyle fısılda...

Kalplerinden duyarlar seni...

 

O kadar çok geç kalmıştı ki her şeye,

“- neden şimdi..." demekten kendini alamadı...

 

Sonra zor anlarında yüreğine düşen o güzel musiki geldi aklına,

"Geç buldum, çabuk kaybettim..." sözlerinde...

 

Ah dese de nafile artık geç kalmıştı hayata...

 

Bir iz bırakmalıydı, altı çizili bir cümle,

hoş bir ünlem, yüreğinden kayan bir çift yıldız, gönlünde tutulan dolunay...

 

Sümbül, hanımeli, gül ya da lale...

Her bir kokuda iç çeken buram buram ferahlık...

 

Halbuki hiç el sürülmemiş gibiydi!

Özel, narin, nazik, nahif bir dokunuş bırakmıştı geriye, bilgeliğine delîl...

 

Hayat ise mutluluğundan her yere bir nişâne bıraktı.

Tebessümünü kurdele yaparak, sonsuz bilgiye sarılıp doyasıya varlığa daldı...

 

Sonunda:

O'nun için;

Bir çöl vardı,

Çölde bir kuyu,

Kuyuda gözünün nuru Yusuf...

Yusuf’ta açan gül...

Tüm bunlar yürekte tutulan,

"Bir Yusuf Masalı..."başka ne olsundu 'hayatın gayesi'...

 

Kalp gördü, göz baktı.

Bir de gözlerinden kalpleri görünenler vardı Ya Rab!

O ne hoş bir derinlik...

 

Masalda açan bir gül olman dileğiyle...

Bakanların kalbine aşk düşüren...

Aşk ile Hu...

 

YILLARIM VAR BENİM

İSMAİL ALTINAY

Dilimde

Susturduğum öykülerim var benim

Yüreğimden kalemime süzülüp gelen

Yara izlerim

Unuttum saydığım Hiç unutamadığım yıllarım var benim

Bir de yalanlarım Kendimi bile kandıramadığım İnandıramadığım

Bir de gidenlerim var ki Hiç sormayın Sormayın ...

İçimden bir türlü uğurlayamadığım Yolcularım Hiç gidemediğim yollarım var benim ...

Yazıp yazıp, yırtıp attığım sayfalarım Hiç gönderemediğim mektuplarım

Saklı kalmış şiirlerim var Sol yanımın tozlu raflarında sakladığım

Bakışlarımda tuttuğum Ufuklarla sırdaş olduğum acılarım

Denizlerin dalgasında boğduğum Umutlarım var

Arada bir ruhuma dolanan şarkılarım Bu şehre sığmayan vedalarım var

Ne insanlar tanıdım Hepsi Şu kısacık ömrümün içinde yaşadılar

Yaşayacaklar ...

Unutulduğum kadar unutulmayacaklar                                                     

 

DÜRÜSTLÜK GÜZEL AHLAKIN TEMELİDİR

ESMA GÜLAÇAR

Her yerde anlatılır durulur dürüstlüğün önemi.

Dürüstlük zedelendiği an diğer tüm yanlışlıklar ardı ardına gelir Güzel ahlak temelden sarsılır sanki. Dürüstlüğünden ödün vermeyen insan sırtını dayayabileceğin sağlam bir duvar gibidir. Bilirsin ki dürüst insan içinde hileyi, sinsiliği, sahtekarlığı ve bencilliği barındırmaz.  Dini öğretilerde Dürüst insan kavramına çokca değinilir.

Kutsal kitabımızın pek çok ayeti kerimesinde dürüstlüğün önemine vurgu yapılır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Doğru sözlü, doğru özlü erkek ve kadınlara Allah, bağışlanma ve büyük ecir hazırlamıştır.” (Ahzâb  sûresi /33, 35)

“Allah’a karşı dürüst ve samimi davransalardı, elbette kendileri için çok daha iyi olurdu.” (Muhammed sûresi 47, 21)

“Ey inananlar! Allah’a karşı saygılı olun ve özü-sözü doğru olanlarla beraber bulunun.” (Tevbe sûresi 9, 119)

“Allah Teâlâ, sâdıklara, sadâkatleri sebebiyle mükâfat verecektir...” (Ahzâb, 24)

"Ey îmân edenler! Allah’a karşı takvâ üzere bulunun ve sözü doğru söyleyin ki Allah amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın! ” (Ahzâb, 70-71)

"Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.(Bakara suresi 256)

 "Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir."(En'am/ 115)

 "Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver".(Şuara /84)

"Ölçtüğünüz Zaman, Tam ölçün, Tarttığınız Zaman, Doğru Tartı ile, Tam ve Doğru tartın"(İsra/35)

"Doğru olanlara doğruluk (ve bağlılık)larını  (Allah'ın)sorması için. Kafirlere ise acı bir azap hazırlamıştır"(Ahzab/8)

"Çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar."(Kamer/ 55)

Yine rehberimiz olan Efendimizin (sav) pek çok sözü dürüstlüğün önemini vurgular mahiyettedir. Bunu şu güzel kelamlardan anlıyoruz:

“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105)

“Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak. Zira gönül, (sözde ve işde) doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar”  (Tirmizî, Kıyâmet 60)

Neden bu kadar önemli kılındı bu büyük erdem diye hiç düşündünüz mü?

Öncelikle  zihninizde şöyle bir açılım yapmaya çalışın. Dürüstlüğünü kaybeden insan kendisine duyulan güveni kaybeder, saygınlığını itibarını kaybeder. Zamanla kaybolan saygı kendisine duyulan sevgiyi de azaltır. Bu insan sahtekar, yalancı, değersiz, çıkarcı, ikiyüzlü gibi  vasıflara bürünür. Zamanla kişi toplumun kendisine yakıştırdığı vasıfları benimseyerek kendine olan güvenini saygısını ve dolayısıyla sevgisini de yitirmeye başlar. Kişi değersizlik duygusuyla özdeşleşmeye başlar . Ve   değer görmek, sevilmek saygı duymak gibi

 temel duygusal ihtiyaçlarını giderebilmek için toplumun istediği vasıflara bürünmeye kendini sevdirmek, değer görmek için kılıktan kılığa girmeye başlar. Ve bu defa da yalaka olmaya başlar. Tüm bunları yaparak kaybettiği o büyük erdem olan dürüstlüğün getirdiği kayıpları hiçbir şekilde telafi edemediğini görür. Ve bunun  bedelini bu şekilde farkında olmaksızın öder.  Ve acı olan şudur ki dürüstlüğünü erken yaşlarda  yitirerek yalan ve sahtekarlığı kişiliğinin bir parçası haline getirmiş olan kişi tüm bu sorunlarını dürüstlüğü hayatına yeniden inşa ederek çözebileceği gerçeğini kabullenemez.  patolojik boyuta varmış düzeyde hayatında yalanlara yer veren kişilerde "mış gibi kişilik bozukluğu" şeklindeki  kişilik travmaları gelişir zamanla.

 Bu karamsar tabloyu çizdikten sonra çözümü konuşmamak olmaz. Sorunun en az kendisi kadar   sorunun çözümünü de konuşmak lazım. Bu yüzden sorunun nedenlerine inmemiz lazım. Çözüm aslında bazı engelleri ortadan kaldırmakla mümkün.  Çevrenizde ufak bir gözlem yaparsanız yalana başvuranların çoğunlukla  baskı ve korku ile büyütüldüklerini görürsünüz.

Kişiliğinin temelleri küçük yaşlarda atılan çocuklara uyguladığınız psikolojik baskılar ve ölçülü olmaktan uzak katı disiplin kuralları   onu alternatif bir çıkış kapısı gibi gördüğü yalana sığınmaya itecektir.  Bununla beraber çocuklar  gözlemledikleri davranışları  süngerin suyu emiş misali içlerine çekerek taklit etmeye ve benimsemeye başlarlar. Bu yüzden çocuklarınıza  "yalan söyleme" demek yerine  hayatınızda yalana yer vermeyerek ona dürüstlüğü en iyi davranışlarınızla öğretebileceğinizi görebilmeniz gerekir. 

Dürüst bir ailede büyüdüğü halde yetişkinliğinde maruz kaldığı baskılardan dolayı kişi dürüstlüğünü yitirebilir mi? diye bir soru gelebilir akıllara. Bunun net cevabını verebilmek zor. Bu tamamen kişinin dürüstlüğüne yüklediği anlamla alakalı. İmtihan dünyasında kişilerin erdemlerini yitirmemek için gösterdikleri çaba imanlarının gücü ölçüsünde şekillenir.  Evlendikten sonra eşlerinin baskı ve tahakkümlerine haksız muamelelerine maruz kadınlar, iş yerinde amirinin tahakkümüne maruz kalanlar gibi çok sayıda kişiyi bu gruba dahil edebiliriz.  İnsanın kazanıp içselleştirdiği değerlerini başka insanların zulüm ve tahakkümleri yüzünden kaybetmeleri kadar acı birşey olabilir mi? Yaradana kul olmak için biriktirilen güzelliklerin kullar tarafından gasbedilişi kainatta işlenen en büyük zulümlerden biri olmalı. Farkında olmaksızın insanların erdemlerinden ödün vermelerine neden olabilecek davranışlarımızın farkına varmak ve düşüncesizce yakıp yıktığımız,  baskı altında bıraktığımız her bireyi   çöküşüne zemin hazırlandığımız bir gûruha dahil ettiğimizi  görebilmemiz gerekir.  

Güzel ahlakı ayakta tutan dürüstlüğü yaşatabilmek için diğer pek çok kusuru tolere edebilmek gerekir. Çünkü yalanın, sinsiliğin,  ikiyüzlülüğün hissettirdikleri diğer pek çok olumsuz davranıştan daha yıkıcı olabilmektedir.  Dürüstlüğü teşvik edip yaşatabilmek için davranış kalıplarımızın kapılarından     baskı, tahakküm, hükmetme, mükemmelliyetçilik, küçümseme , hor görme gibi  suçlu öğeleri dışarı çıkarmamız gerekiyor.  Dürüstlüğü değerli kılmak için insanları olduğu gibi sevebilmeyi hiç olmazsa olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmemiz lazım. Her olumsuz davranış bir gün olumlu davranışa dönüşebilme potansiyeline sahiptir. Bu  yüzden de etiketleyip dışlamak yerine zor olanı yapmak yani  insanların iç aleminde gizli olan güzellikleri ortaya çıkarabilmek için biraz çabalamak lazım. Görmeye tahammül edemediğimiz iki yüzlü  ve sahtekar insanların sayısını ancak bu şekilde azaltabiliriz.

Dürüstlüğün bir gün hakettiği değere kavuştuğu  günlerin   özlemini çektiğimiz  bu asırda.

 

VE KADINLAR

FUAT ARPA

Toprak renkli

Ak çehreli

Yaşayan tüm insanlar gibi

Ama kendince yaşayamayan

Varoşlarda, metropollerde

Poşulu, yemenili

Doğuda, batıda

Her yerde

Künyeleri farklı onların

Yürekleri aynı ama

Anadolu hepsi

Her biri Sakarya, Fırat

Her biri Süphan, Toros, Zagros

Her biri Akdeniz, Karadeniz

Heybet tarihle başlar onlarda

Kadim Mezopotamya izleriyle

Ve anneler, analarımız

Kurtuluşta kimisi

Adı Kara Fatma, Nene Hatun

Adı meçhul analar

Çanakkale’de çocukları vardı onların

Cephelerde kocaları

Doksan bin oğul yollamışlardı

Uyusunlar diye Sarıkamış ateşinde

Ve nişanlıydı kızlar

ama beklemiyorlardı

yedi cephede at koşturan

sevdalıları.

Kızlarımız, çocuklarımız

Elifti kimisi, Nazlıydı

Kimi Hatice, Berfin, Dilan

Anılarına filmler çekilecekti

120 kere karlı soğuk sınırlarda

Ve analarımız, kadınlarımız

Onlar yüzlerini ekşitmeden

 Acılara  en dirençli olanlarımız.

  Onlar en matem yüklü

  haberleri alanlar

  bir gün bir hudut karakolundan

  ya da meçhul adreslerden…

  ve kadınlarımız

  Pamuk tarlalarında

  narenciye bahçelerinde

  fabrikaların çağdaş köleleri

  Uçsuz bucaksız tarlalarda

  çalışanlarımız

  Hani ortak sevdalar?

  Paylaşıldıkça hani azalacaktı

  Acılarımız?

  Bir sahipsiz köyde,

  ürkek karanlık

  bir beyaz mermerde

  isyansız gözyaşları…

  Layık mı insanımız?

  Etle tırnak

  acıtmamalı birbirini!

  Girmesin lügatlere yeni sözcükler

  Yandıkça böyle her bir yanımız.

   Bilinmeli ki en fazla ağlayan

   Kadınlarımız, kadınlarımız.

 

DÜŞERMİŞ

COŞKUN ARSLAN

Ağalar paşalar sefa sürerken

Garibin bahtına çile düşermiş

Kiminin gözünü uyku bürürken

Kimisi erkenden yola düşermiş

 

Düşer ise insan aşk ateşine

Sürükler durmadan onu peşine

Akıl ermez imiş gönül işine

Mecnun olan aşık çöle düşermiş

 

Her insan her şeye göstermez rıza

Gör neye sevinir gör neye kıza

Yansıyınca hisler duygular saza

Mızraba dokunur tele düşermiş

 

Tevekkül et hele sabret dünyada

Her şey nasip ile kısmet dünyada

Umutsuz yaşanmaz elbet dünyada

Bazende umutlar göle düşermiş.

 

Başlar eğilmeye hesap gününde

Herkesin rotası huzur yönünde

Kimisi savrulur rüzgar önünde

Kimileri  malum küle düşermiş

 

Ayıklamak gerek dert olanları

Düşüncesi fikri art olanları

Namertler çekemez mert olanları

Yiğidin hasıda dile düşermiş

 

Kimseler kimseyi aciz görmeye

Düşmanlara asla taviz vermeye

Toplumun içine hain girmeye

İçten fethedilen kale düşermiş

 

YAPAY SORUNLAR

EYYÜP ALTUN

Küresel psikolojik savaş merkezleri insanlığın temel çelişkisinin inançsal ve etniksel farklılık üzerine kurulu olduğu savını yaymaya çalışır. Hıristiyan sermaye çevreleri kendi halklarına Müslümanlığı öcü olarak gösterirken, Müslüman sermaye çevreleri ise İslamiyetin tehdit altında olduğu propagandasını yayar. Halklar etnik ve dinsel karşıtlık üzerinden düşmanlaştırılırken sömürü çarkı sorunsuz bir şekilde dönmeye devam eder. Yani Hiristiyan, Müslüman, Budist vs. sermaye çevreleri etnik kültürel farklılık gözetmeksizin alt sınıfların tamamını sömürmeyi sürdürür. Böylece gelir dağılımı yoksullar aleyhine giderek bozulur.

Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun %50’sine tekabül eden 3,6 milyar insanla eşittir; en zengin 10 ülkenin geliri de en fakir 10 ülke gelirinin tam 77 katıdır. Küresel adaletsizliğin bu kadar rahatsız edici boyutlarda olması ve servetin bu kadar adaletsiz paylaşımı beraberinde yoksulluk, çatışma, açlık gibi başka sosyal problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durumda derin bir anti emperyalist mücadele beklenirken ne yazık ki halklar yapay gerekçelerle birbirlerinin boğazına sarılmaktadır.

Oysa asıl yapılması gereken küresel dünyanın açgözlü ve vahşice planlarına karşı durmaktır. Etnik, dinsel ve mezhepsel düşmanlıklar yapay sorunlardır. Dikkat dağıtmak için psikolojik savaş merkezleri tarafından üretilir. Sefaletin gerçek sorumluları ise sorunsuz bir şekilde yollarına devam ederler.

Gerçekte soydaşlar yahut dindaşlar değil, dinleri ve etnik yapıları farklı olsa da küresel sermaye çevreleri tarafından istismar edilen yoksul toplumlar kardeştir. Bu durumda kültürel farklılık gözetmeksizin ezilen dünya halkları bu saldırılara karşı birleşmek zorundadır.

Bakmadan Geçme