Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

YALNIZLIK

DUYGU TAYLAN

Savurur insanı bir gurbetten bir gurbete

Yeryüzünün iklimlerini toprağından sürer

Mağrur bir zakkum gibi terkedilme korkusu büyütür içinde

İpini yitirmiş bir kuyudur

Kanar ıslıklar dudaklarında

Dört yanın hüzün

Saçların kar bağlar

Beklemeye koyulur zaman

Dağlanır yürek

Yüküne yük katar

Ateş rengi çaputlar bağlanır

Yaşam ağacına

Dilek dilenir

Ataların ruhları çağrılır

Ulular beklenir bembeyaz giysilerle

Ah ateş duy sesimizi

Yak yalnızlığı alevinde

Can batar canımıza

Bizden esirgeme yüzünü

Göğe yükselir ateş

Kaplar sessizliği

Kutsaldır yalnızlık

Ölürsün kendinle

Küllerinden doğarsın

 

FİLMLERDEN GERÇEKLERE

MÜCAHİT ŞENGÜL

Kemal Sunal. Seversiniz veya sevmezsiniz ya da geniş bir çerçevede Yeşilçam filmlerini... Açıkçası ben neredeyse tüm Yeşilçam filmlerinin sanatsal kaygılardan uzak sadece maddi çıkarlar için yapıldığını düşünmekteyim.

Tabii ki diğer aktör veya aktrislerin çok çok kaliteli filmleri de yok değil. Kemal Sunal özelinde devam edersek, ömrünün sonuna doğru yaptığı bugün televizyonlarda bile yayınlanmayan Zübük, Koltuk Belası gibi filmler çok kıymetlidir. Kemal Sunal’ın bu bir avuç filmi haricinde filmlerinin tümünün temel amacı komedi üretmektir yani temelde maddi amaçlar güdülerek yapılmış filmlerdir. Bugün Türk sinemasındaki BKM ve bazı ‘korku’ filmi yapımcıları gibi... Amaç talebin az olduğu sanatsal bir iş değil herkesin tercih edeceği -kaba denebilecek- komedidir.(veya korkudur)

Ancak Kemal Sunal’ın yakın zamanda izlemediğim salt güldürü amacı taşıyan filminden birindeki bir replik dilimde döndü durdu. Kısaca filmden bahsedeyim. Filmin adı: Yedi Bela Hüsnü. Filmde Malik (Ali Şen) kötü adamdır ve bir mahalleye dadanmıştır. Mahalleli başına gelen birçok olaydan sonra tek çarenin Malik’i öldürmek olduğuna karar verir. Hüsnü (Kemal Sunal) de aynı mahalleden Hüsniye’ye (Oya Aydoğan) âşıktır. Hüsnü’nün Üçkâğıtçı arkadaşı (Şevket Altuğ) Hüsnü’yü Hüsniye’ye âşık etmeye çalışırken mahallelinin başına gelenleri öğrenir ve Hüsnü’yü kahraman diye mahallelinin önüne atar. Hüsniye’ye olan aşkı ve özündeki eblehlikle olanları anlamayan Hüsnü bir macerada sürüklenir ve Malik’e kök söktürür.

Malik bunun böyle gitmeyeceğini anlar ve Hüsnü’yü alt etmek için kiralık katiller tutar. Düzceli Arif, Bombacı Niyazi, Karamürselli Deli Hamdi hepsi de saçma sapan olaylardan dolayı başaramaz. Şansı hep yaver giden Hüsnü’nün karşısına en son Kız İsmet (Necati Er) çıkacaktır. Kız İsmet çağırılır ve Malik’in karşısına çıkan Kız İsmet birkaç cümle söyler. İşte aklımda dönüp duran kısım Kız İsmet’in repliğidir. “Bu devirde erkekçe dövüşmek geçti! Erkeksen yiğitsen çabuk ölürsün.” der. Bu sahne de sonrasında olanlar da komiktir. Gülüp geçtiğimiz o sahnede “Erkeksen yiğitsen çabuk ölürsün.” cümlesi hep kaynayıp gider. 1982 yapımı olan bu film bugüne, geçmişe ve geleceğe çok yakışan bir cümle ile ayna tutuyor. Kız İsmet esasında şunu ilan ediyor orada.

Eğer dürüstseniz, mertseniz, eğilip bükülmüyorsanız, onurunuz ve haysiyetinizle yaşıyorsanız daha çabuk düşersiniz. Dürüst kişi, her zaman taviz vermeyeceğinden yalan dolan ile dalavere ile iş yapmadığından çabuk düşecektir. Acı bir gerçektir bu. Karamsar değilim, kötü olun da demiyorum ama bu gerçeğin de farkındayım.

Filmdeki o kısmın sonunda yiğit olan, erkek olan Hüsnü, Kız İsmet’i alt eder. Oyunlarına yenik düşmez. Ama neticede o bir film. Kız İsmet karakteri dünya için ortaya basit ama gerçek bir iddia atıyor. Komik başkarakter Hüsnü iddiayı boşa çıkarıp muvaffak oluyor ama suratımızda hakikatin gerçek hayattaki izi kalıyor çaresiz.

 

KÜÇÜK BİR KIZ ÇOCUĞU

MERVE OFLAS

Gece olur hatıralar düşer aklıma bir bir... Yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar... Büyüdükçe anlıyor insan aslında milyarlarca insanın arasında yapayalnız olduğunu. Bana da öğretti zaman bunu. Ben de öğrenmiş oldum aslında kalabalıklar içinde yalnızlığımı ve hep bir arkadaşa bir dosta ihtiyaç duyduğumu. Bunun içindir arayışım. Sanırım aradığımı buldum… En sonunda en iyi dostum kitaplar oldu. Bir de kalem ve kâğıtlar...

İçimdeki fırtınayı kâğıda döküyorum. Her gece olduğu gibi yine tüm kalp kırıklıklarımı unutmaya çalışıyorum Ama ne fayda yirmi yıllık ömrümde çok fazla jilet izi, hayallerime dâhil olup sonra hiçbir şey olmamış gibi arkasına bakmadan gidenlerden kaldı bana. Kalbim acı içindeyken yüzüm tepkisiz çünkü alıştım. Anladım ki kalbim çocuk gibi mutlulukla çarparken zaman içinde ne sevgi kaldı ne de nefret… tek hissettiği şeyse kocaman bir boşluk.

Ve bir jilet izi daha... Kırılmaya o kadar alışmış ki kalbim hâlâ bir umut bekliyorum belki sevilir yüreğim, diye. Belki bir gün bende sevilirim. Çocuk gibi sevinçle çarpan yüreğim şimdilerde acı içinde. Dışarıdan duygusuz biri gibi görünsem de aslında içimde gözleri ağlamaktan kızarmış bir kız çocuğu sevilmek için bekliyor. Neden bu kadar kolay kırılır kalp çok benimsediği için mi?  Yoksa çok hassas olduğu için mi? Nefes alamıyorum. Kalbimin içinde fırtınalar kopuyor. Ali Metin'in "Gece olur ben ağlarım sessizce." her gece akıttığım gözyaşlarım gibi.

Bu kız çocuğu çok kırgın...

Ah be bu kalbim ne acılar çekti. Sırf beni sevmeyen biri için. Bazen hayatımda değilmiş gibi davranıyorum ya da unuttuğumu düşünüyorum. Ama hiçbir zaman öyle olmuyor. Her mesaj attığında kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor. Onu kalbimden atmaya çalıştım ama olmuyor, ondan uzak kalmak nefessiz kalmakken, o hayatımdayken de kalbimin üstünde kocaman bir taş var gibi. Bir söz varya "Aklımı denize sokup düşüncelerimi boğasım var." Araf’ta gibiyim, aklım karışık. Ya kalbimi bırakıp nefessiz kalacağım ya da kalbimin üzerindeki bu koca taşla yaşayacağım.

 

İNSANLAR…

SERHAT YILDIZ

İnsan, düşe kalka çıktığı hayat yolculuğunda olgunlaşır belli bir vakitten sonra. Bebeklikte başlar yaşam mücadelesi, musallada son bulur.

Hatırlıyorum da,  daha sekiz yaşındaydım. Bahçemizin en güzel yerindeki ağaçta filizlenen bir elma vardı. Sabah akşam  onu seyretmekteydim, vakitler bir birini kovalamaktaydı. Geldi yanıma oturdu rahmetli dedem… Bir söz vardı unutmam; insanlar ağaç gibidir, ekilir, sonra filizlenmeye yüz tutar, daha sonra yavaş yavaş büyümeğe başlar sonra, olgunlaşır. Olgunlaştığında kendinde biriktirdiği tecrübeleri salar dışına, faydalı gördüklerini yaşar, faydasını görmediklerinden uzaklaşır. İnsan da böyledir torunum; işine geleni sever işine gelmeyeni siler…

Günler ilerledikçe büyüyordum ve daha iyi anlamaya başlamıştım dedemi… Dökülen ağaç gibi ettim kendimi silkelendikçe silkiniyorum, dökülen onca kırıklarımı görüyorum gözlerimden  akan yaşlarda boğulan sadece benmişim… Kırmızı olmuştu artık elmam ben gibi olgunlaşmıştı, koparmaya yeltenmiştim. Sonra aklımı bulandıran bir hüzün sardı gözlerime yaşları musallat eden bir hüzün…

Elimi tam uzatırken koptu dalından, içinde koşarak uzaklaşan bir kurt böceği… Bir gün ben de öleceğim diye söylendim kendi kendime… İnsan varınca son ebediyetine dost sandığı herkes kurt böceği gibi olur işte, onlarda son görevini yapacaklar sırtlarında son kez taşınacaksın toprakla örtüneceğin mezarına… İki duadan sonra hepsi kaçacak başında sadece melek annen ve tek dayanağın baban kalacak…

Son cümlen dudaklarından sitemce dökülecek: -  HOŞÇA KALIN…

 

YAKARIŞ

SALİH GEÇKEN

Şikâyetimi Rabbime arz ediyorum

çaresizliğimin ardına takılan gözyaşlarımla…

Rabbim, çaresizim sana sığınıyorum…

Sen’den yardım diliyorum

 

Arzın sahibi Rabbim, biçareyim

bu gece bana derman olur musun

içimdeki acıyı sevince, kederi neşeye…

sıkıntıyı sevgiye dönüştürür müsün

kalbime huzur ihsan eder misin?

seni seven kulunu zulümden kurtarır mısın, Rabbim?

 

Zulmü de bilensin… zalimi de…

ihanet edeni de bilirsin…  ihanet içinde yüzeni de…

arzındayım Yarabbi…  hükmüne razı bir köle gibi…

duydum, iman ettim “Hak da sensin, Hakk’ın hakkını veren de’’

kalbim elinde olan Rabbim, gücü yaratan da sensin; güç de sen

acıma dur diyecek de… kalbime huzur verecek de sensin…

ey Rahman biliyorsun ki, gözlerim de yorgun… sözlerim de…

aşk yorgunu kalbim niyaza duran bir yakarış içinde…

gizlinin de gizlisini bilen Rabbim, merhametine sığındım…

hüzün yüklenmiş hikâyeler de…

huzuru tüketilmiş sevgiler de ağır geliyor kalbime…

 

Ey Vedud, kapındayım… aftan dilenmeye geldim…

yine acı… yine hüsran… yine sensizlik…

tek tesellim, geçmişe dair söylenceler…

kötüye gidiyor her söz… kalp, hallaç pamuğu gibi…

tersine işler çarkın arasına sıkışan duygularım, esaret altında

dörtnala sevgiye koşan umutlar tükenmek üzere…

hayalleri, acıyla yoğrulmuş cümleler kahrediyor.

aşka döllenmiş kalpler yırtılıyor bir bir…

yalan ve ihanet köşe başlarında nöbet değişiminde…

sokak lambaları bile kan kusturuyor artık…

gerçekler suskun…hile ve desise iş başında…

 

Acının ardında çaresizlik düşüyle uyanıyorum

kâbus, gecenin ardına diziliyor

kavgaya odaklı kelimeler namluya sürülmüş…

sevgi katili hisler iş başında…

‘ben’ riyakârlığı seriye bağlamış katil gibi…

konuştukça yıkıyor,  yıktıkça bencillik zehrine yeniliyor

kelimeler savaş yorgunu… kalp kırık… ben çaresiz…

ey Rabbim bu gece şikâyetime ses, kalbime genişlik ver.

 

AŞKIMI DA GÖTÜRDÜN

ERTUĞRUL AKBAL

Gece karanlığında Ankara Tren garında

Trenin kalkışıyla hayalleri götürdün

Umutlarım tükendi görsen her yanım harda

Ah Ankara treni aşkımı da götürdün

Vuslat olacak yerde umudumu bitirdin

 

Keşke görmez olaydım düdüklü kalkışını

İzlemeseydim o an giderken alkışını

Makinistin hızlıca vitesi takışını

Ah Ankara treni aşkımı da götürdün

Vuslat olacak yerde umudumu yitirdin

 

Baktım pancurlu cama giden el sallıyordu

Peronda bekleyenler yolcuları yolluyordu

Vagonda giden aşkım beni hep kolluyordu

Ah Ankara treni aşkımı da götürdün

Vuslat olacak yerde umudumu bitirdin

 

Şimdi ne diyem sana derbeder koydun beni

Arkadan bakar oldum üzdün vallahi beni

Gözyaşlarım sel oldu ağlattın ya sen beni

Ah Ankara treni aşkımı da götürdün

Vuslat olacak yerde umudumu bitirdin

 

Söndü bütün umutlar mazi hatıra kaldı

Vagonların gidişi içime acı saldı

Yâr bana veda etti aklımı baştan aldı

Ah Ankara treni aşkımı da götürdün

Vuslat olacak yerde umudumu bitirdin.

 

ZİRVE

OZAN ALPER ALPEREN

Ağrı Dağı kadar yüksek olsan da

Küçüksün kefene sığacak kadar

Elbet her şeyin bir hesabı var da

Üzülürsün elbet, üzecek kadar

Nam salıp zirvede olmak istersin

Bir ömür orada kalmak istersin

Şöhret denizine dalmak istersin

Menzilin bir arşın, yüzecek kadar

Zirvenin yolları vadiden geçer

Tırmanmak isteyen bu yolu seçer

Yolun boz bulanık suyundan içer

Kader süzgecinden süzecek kadar

Varılmaz zirveye, dibe vurmadan

Hak olan davada zerre olmadan

Kul hakkına girip, vebal almadan

Kulluk sınırını çizecek kadar

Eğilsin önünde dağın zirvesi

Kayaya yalvarmak da neyin nesi

Makam, mülk insanın bitmez hevesi

Kibirli başını ezecek kadar

Kimisi bu yolda canından olur

Varını yitirip, şanından olur

Rüzgârla savrulup, toz duman olur

Ölüm gerçeğini sezecek kadar

Zirvenin menzili, küçük ve dardır

Bu menzilde bir tek ferde yer vardır

Bu yol ya vuslattır, ya da mezardır

O daracık yerde gezecek kadar 

Hak olan davada olurum zerre

Yine de haksızla çıkmam sefere

Hak’tan ilham alıp geldiğim yere

Varamazsın, gücün bezecek kadar

Gerçek gün yüzüne çıkacak elbet

Hak vuku bulacak, bitecek zillet

Elbette bulacak gerçeği millet

Ozan Alperen’i yazacak kadar

 

BEN VE EYLÜL

ZAHİDE KAYA

Eylül'den kalma gibiyim

sararan yapraklarım

dökülmekte bir bir,

kurak toprağıma hazan değer

yara bere içinde çorak her yanım

 

Eylüle benzer umutlarım

rüzgarlar çığlık çığlık

yapraklarımı savurur

hüzünlere sımsıkı

bağlanırım

 

Kaçamaktır bakışlarım güneşle

damla damla gökyüzüm

bir çocuk gibi

saklambaç oynar

benle bulutlar arasında

 

Yorgunum her zerremle

kapatıyorum kapılarımı

bin bir güzelliğe

çiçeğe, böceğe, yeşile

küstüm mutlu dünlere

 

Yavaş yavaş can veririm

derin bir uykunun kollarında,

sonsuz bir yolun başında

yalnız ve sessiz...

 

GÜZEL KELİMELER

BEDİH YÜCE

Ey birbirinden güzel harfler, kelimeler

Birleşin de sevgiliden söz edelim

İçimde çalkalanan duygu membaım için

Birleşin de sevgiliden söz edelim

 

Ey mecnuni aşkı anlatan aşıklar, maşuklar

Gelin de aşkımdan söz edelim

Kalbimin güzel ritmine sebep

Bakın da bir dem sürelim

 

Ey meçhule giden kuşlar,  kelebekler

O güzel saçlar güzel bakışlar kalbimi dağlar

Mecnun oldum maksadım bilinmez Leylam için

Leylam neyler,  Mevla’m neyler aczim için

 

Ey gül şehrinde açan laleler ve zambaklar

Bir güzele yar oldum sizden daha da güzel

Gül-i gülistan oldu onu görünce çöller

Görmedim, duymadım ondan daha da güzel.

 

GECENİN KARANLIĞINDA AĞLAMAK

AYŞEGÜL AYAZ

Gecenin karanlığında ağlamak

mateme yeminli yüreğimle,

biraz hüzün biraz hayal kırıklığı

biraz da hayat yorgunluğu

heybemizde taşıdığımız

 

feryat figan sensizliğin

her dem buruk gözlerimde

utanır, şahit oldukça

göz yaşlarına, yüreğim

 

umutsuzluğun sessizliğiyle

ağlarım bir köşede

duymaz kimse

acı çığlıklarımı,

dokunmaz kimse

kanayan yarama

hüznümle boğulduğum an

çare bulmaz tabip

 

izi kalır yanaklarımda

acıların kederlerin ihanetlerin

içimde kıyametler, zelzeleler

kalırım bir başıma

 

kalırım yine, hüznün öptüğü

buruk gözlerimle,

insan vicdanından

daha merhametli

duvarlar tesellim olur.

Bakmadan Geçme