Tabii afetlere ve depremlere karşı maddi ve manevi hazırlıklı olmak

Fatih Perihan'dan Kıssadan Hisseler...

Kıyameti anlatan Kuran ayetleri o günde kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, arkadaşlarından ve çocuklarından kaçacağını[1]  ve can derdine düşeceğini haber veriyor. Yine o günde

Hamile kadınların çocuklarını düşüreceğini, sakalsız genç çocukların ak saçlı ihtiyarlar haline geleceğini, emzikli annelerin yavrularını unutacağını anlatıyor.[2]

Deprem felaketlerinin televizyona yansıyan görüntüleri insana doğrudan Kuran'ın tasvir ettiği kıyametin bu dehşet sahnelerini çağrıştırıyor. İnsanoğlu böyle zamanlarda en çok kendi başının derdine düşüyor. Çünkü insanın en çok sevdiği yine kendisidir. Ardından çocukları, akrabaları, yakınları ve malı geliyor. Canını kurtaran önce mutlu olmuşsa da bu mutluluğunu yakınlarının varlığıyla paylaşmak istiyor.

Bu âlemde meydana gelen tabîî olayların tâbi olduğu bir tabiat kanunu var. Bu kanun ilahî menşe'lidir ve Hakk'ın ilim ve iradesine bağlıdır.

Bir mümin inancına göre bu âlemdeki her olay ilm-i ilahinin ihatası ve irade-i sultaninin kuşatması altındadır. Çünkü Kuran:

"O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi bile bilir."[3] buyurmaktadır.

Âlemin yüce Yaratıcısı'nı varlığı yarattıktan sonra hiçbir şey karışmayan ve ilgilenmeyen bir konuma indirgemek islâmî inançla bağdaşır gibi değildir. Her nedense bir kısım insanlar ve bazı aydınlar konuyu böyle algılamakta ısrar ediyorlar. Depremle Allah'ın bir ilişkisinin bulunmadığını bunun bir doğa olayı olduğunu iddia ve ispata çalışıyorlar. Oysa varlık ile yokluğu, darlık ile bolluğu, safa ile cefayı imtihan perspektifinden değerlendiren Kuranî anlayış, bunun ilahî irade ile olduğunu haber veriyor. Ardından bu tür tabi afetlerde bizlere sığınak olarak sabrı tavsiye ediyor. Ya da bir başka ifade ile sabır ve dua, Allah'dan yardım dilemenin Kuranî şeklidir.[4]

Aslına bakılırsa insanın felaket zamanlarında yapabileceği şeyler de sabır, teslimiyet ve duadan ibarettir. Dövünmek, debelenmek ve kadere baş kaldırıp başını taştan taşa vurmak mümin vicdanının izin vereceği bir davranış değildir. Allah, ahiret ve kader inancı, insan için böyle zamanlarda adeta en güvenli limandır. İnsan dua ile Allah'a daha yakındır. Kendisine dua ile iltica edilmesini isteyen de O'dur. Ayrıca insanoğlu sığınma ihtiyacında bir varlıktır. Fıtri olan sığınma duygusu Hakk'a sığınma ile kemaline ulaşır ve insanda huzur hali meydana getirir. Olağanüstü olaylardan ürkmesine mani olur. Çünkü Hakk kulunun dostudur.

Ahiret inancı, insana sınırlı dünya hayatı düşüncesini aşarak ebediyete kanat açmasını sağlayacak bir motivasyon kazandırır, ölümün soğuk yüzünü bile kabul edilebilir bir sıcaklığa indirger. Mukadder olanın insana ulaşacağı şeklindeki kader inancı da insana aczini ve kâdir-i mutlak önündeki hiçliğini hatırlatır. İnsanın kendini müstağni gördüğünde azıvereceği ve bu azgınlıkla tabii, beşeri ve ilahî kanunlara diklenmeyi doğuracak bir tuğyana düşeceği Kuran lisanıyla haber verilmektedir. Dolayısıyla insanın insan olduğunu kavramasına yardımcı olacak uyarıya ihtiyacı vardır. Deprem bu açıdan önemli bir vaiz ve nasihatçıdır.[5]

 

Muhterem Kardeşlerim

Mülkün gerçek sahibi ve tasarruf edeni Yüce Allah'tır. İnsanoğlu da Yaratıcı'nın bu mülkten yararlanmak için belirlediği kurallara uyarak zilyed olur ve tasarruflarda bulunur. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

"Ey Muhammed! De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten senin her şeye gücün yeter.

Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin"[6]

Yeryüzü ve gökler bütün halinde insanın hizmetine ve yararlanmasına sunulmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "O Allah (c.c), yeryüzünü size boyun eğebilecek özellikte yaratandır. Onun omuzlarında yürüyün ve rızkından yiyin. Dönüş ancak Ona'dır."[7] Başka bir âyette, gökyüzünün de insanın istifadesine sunulduğu şöyle ifade buyurulur:

"O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, sizin istifadenize sunmuştur. Şüphesiz, bunda fikir üreten, düşünen bir toplum için nice ibretler vardır."[8] Buna göre, yeryüzünde normal tabiat olayları insanın korunabileceği ölçüler içinde cereyan eder. Bütün gök cisimleri ve semalar da insanoğlunun hizmetine sunulmuştur.

Kısaca insanoğlu, tabii âfetlere karşı bilimsel tedbirler almak suretiyle zararı en aza indirebilir. Ancak, tabii (her zaman olabilen) âfet sınırı aşılınca bir önceki tedbirlerde yetersiz kalır ve Allah'ın dilediği şeyler vuku bulur. Artık takdir tedbirin önüne geçer. Yine de âfetin meydana geliş şekli, sünnetullah'a uygun olur. Depremin bilinen fay hatları üzerinde oluşması bunu gösterir. Ancak dozu, şiddeti, vurduğu yerler ve zamanlaması bilimin kontrolünden çıkar. Böyle bir âfet karşısında herkes nimetlerin gerçek sahibini hatırlamak durumunda kalır. Çünkü bir ömür boyu yığıp biriktirdiği servetini, evinin eşyasını, hatta gardrobunda özenle koruduğu giysilerini bırakarak, gecelik kıyafetiyle kendisini ya beton yığınları arasında, ya da dışarıda bulur.

Yeniden deprem korkusuyla, milyonlarca insanın sağlam evlerini ve bütün servetini geride bırakarak gecelemek üzere açık alanlara çıkması ne büyük bir eğitimdir! Evinden çıkarken, bu gece deprem olursa belki artık buraya dönemem diye yanına âcil ihtiyaç maddelerini alan bir kimsenin, bir anda tüm mal varlığından bir gecelik de olsa vazgeçebilmesi unutulacak bir hal değildir.

Zeminin sağlam olduğu, müteahhidin dürüst iş gördüğü ve kontrol mekanizmasının sağlıklı işlediği yerlerde ve yapılarda zararın az olması, bununla birlikte, zeminiyle birlikte toprağa veya suya gömülen yapıların durumu da ibretli sahneler!

Son bir asırlık dönemde yeryüzünde, 8'in üzerinde ki şiddette bir yerde, 7-8 arası şiddette 18 yerde deprem olduğu düşünülürse, bundan sonraki yerleşim planlarının bu şiddetteki bir depreme dayanabilecek güçte yapılması gereği ortaya çıkar. Sünnetullah, jeoloji ve mühendislik bilimleri bunu gerektirir. Allah'ın, sünnetullah denilen, dünya ve semalar için koyduğu prensiplerin kesinlikle değişikliğe uğratılmayacağı çeşitli âyetlerde ifade buyurulmuştur.[9] Ancak tabiat olaylarında insan gücünün önleyemediği, ne kadar önceden tedbir alsa da kurtulamadığı yangın, sel baskını, çığ düşmesi, trafik kazası ve deprem gibi âfetlerin örnekleri de bitmez. İnsanoğlu ecelin ne zaman geleceğini bilemediği için, bu konuda Allah'a güvenip dayanması en güzelidir. Hz. Peygamber (s.a.s)'in sabah-akşam Haşr Sûresi'nin sonundaki üç âyeti okumayı tavsiye etmesi ve kendisinin genellikle, gece ansızın gelebilecek bütün sıkıntı ve âfetlere karşı, akşam yatmazdan önce, Kur'ân-ı Kerîm'in son iki sûresi olan "Muâvizeteyn (Allah'a sığınma)" sûrelerini okuması ve kendi eşlerine de bunu tavsiye etmesi, mü'minler için bir mesajdır. Ayrıca mü'minler bu sûre ve âyetlerin anlamlarını meal ve tefsirlerden okumak suretiyle inceliklerini anlamaya çalışmalıdır.

Bakmadan Geçme