MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.

"Daha Kaç İnsana Bölüneceğim ve Daha Kaç İnsan Öleceğim"

Leyla Mihrinaz Engin

Diyalel Kitabı, geniş kelime dağarcığı ve geniş hayal gücüyle yer altı edebiyatının okuyucuya sunulduğu deneme tarzlı bir kitaptır. Diyalel, gizli kahramanlar aracılığı ile iç dünyanın ve zihin altı bulantılarının kusulduğu, anlaşılması zor ama anlaşıldıkça okuyucuyu düşündüren, düşündürmekten ziyade okuyucuyu omuzlarından silkeleyen, kendine has bir dünya ve yazma üslubuna sahiptir.

Diyalel, kim olduğu belli olmayan gizli kahraman aracılığı ile ağız dolusu küfür ile yazılmış tabiri caizse kusmuk kokan bir özelliğe sahip. Ancak istifra edilen ezilmiş yemek, un, su değil, istifra edilen adeta çinko, teneke, kan, altüst olmuş kâinat ve bir kuyunun dibidir.

Diyalel Kitabı'nın ilk deneme yazısı olan "Aslolan" yazısı ile bir kısırdöngüye giriyor, mevcut yaştan anne rahmine kadar yol alıyorsunuz. Gel-gitli bir ruh halinin kaleme alındığı kitap ile okuyucu olarak siz de gel-git yaşayabilirisiniz. Tüm intihar yöntemlerinin iç içe sıralandığı ve kendine has garip bir tarz ile kaleme alınan anafor, yer yer sizi nefessiz, mantıksız, bazen duygusuz bazen de allak bullak edebilir. Diyalel ile adeta bir beyin ve duygu fırtınasına kapılacaksınız.

Zengin kelime dağarcığı ile yazılan Diyalel'e, sanki kelimeler yetmemiş gibi. Aklın ve yüreğin sınırsız çarptığı kıyı, hatta kıyısızlıklarda bağıran, figan eden ve susan gizli kahraman aracılığı ile yazar sizi sevmiş mi yermiş mi anlamakta zorluk çekersiniz. Yazar, dile dil katmış adeta;  ancak dilin kanadığı da kesin. Adeta yazar kahraman aracılığı ile zihnini boşaltıyor ama olan kahraman ve okuyucuya oluyor.

"Bir İntihar" isimli denemede, intihar ile ilgili bir yazı okumayı beklersiniz ama aslında cinsel fantezilerin farklı bir anlatım tarzıyla karşılaşabilirisiniz. Her türlü egonun en uç noktasına ulaşmış kahramanın, yetinmeyip en ucu araması, bulamayıp kendine harakiri yapması gibi bir anlatımla karşılaşırsınız.

Diyalel, her denemesinde okuyucuya, ister istemez yazarını düşündürtüyor. Ancak yazar ustalıkla kendisini gizleyip, kahramanını türlü türlü rollerde oynatıyor adeta. Cinsel yaşamışlığı ya da yaşamamışlığı anlatımdaki tarz ile yazarın kahraman arkasına sığınıp ayıbını, günahını, korkusunu yer altı zihin ile anlatma çabasını görebilirsiniz.

"Bir Oyuncak Misali Oynamak İçin" adlı yazıda, kahraman kendine yapılan tüm eziyet ve zulümlere "iyi ki yaptınız" diyerek, acı çekerek öz varlığına ulaştığını itiraf etmektedir. Diyalel, usta bir dil ile okuyucuya acıyı sevdirmeye çalışır.

"Daha Kaç İnsana Bölüneceğim ve Daha Kaç İnsan Öleceğim" yazısı tek soluklu bir yazı olup imlasız başlayıp imlasız bitmiştir. Okuyucu olarak yazıyı bitirdikten sonra şunu düşünebilirisiniz; insan sırrını, mahremini neden ifşa eder ki? Bu bir paranoya olabilir mi?

Diyalel'de yer alan denemelerin bir çoğu "kahraman, cinsel travma içerisinde" dedirtebilir okuyucuya. Kahraman ya yaşadıklarına pişman, ya aldatılmışlıkların acısı kusuluyor ya da ulaşamadığı hazın acısını resmen ağzında çiğneyip zehir haline getiriyor ve büyük bir ustalıkla o zehri okuyucunun ağzına damıtıyor. Bu ruh haline "Göğün Kadını" adlı denemede de rastlamak mümkünüdür.  "Ruhundan kaçmaya çalışan bir yazar" derken, belki de cinsel bohemin bir itirafını yaşıyordur kahraman. Ve Kafka'nın meşhur Groger Samsa'sını nasıl da büyük bir ustalıkla cinsel anlatıma çektiğine hayret edebilirisiniz.

Diyalel Kitabı, "yazarın ruhu çıldırmış" dedirtebilir size. Kan, su, kemik, sevişme, ceset, ölüm kelimeleri nerdeyse her denemede kaleme alınmıştır. A'dan Z'ye her türlü nesnenin ve hissin cirit attığı, dev ile cücenin, pire ile devenin, ölüm ile yaşamın, cinnet ile cennettin vuruştuğu, karıştığı, seviştiği, düştüğü, kalktığı bir beyin fırtınasının içine giriyorsunuz.

"İstifra" denemesinde, yazarın kan ile bağını anlamak mümkün olacaktır. Ve istifra başlıklı deneme başlığının, aslında "Asansör" olması gerektiği düşüncesine kapılabilirisiniz. Birçok cümlenin sonunda (…) ile biten yerlere okuyucu olarak bir anlam, bir kelime, bir senaryo kurma ihtiyacı duyabilirisiniz. Çünkü Diyalel, okuyucuyu kendi içine çeken, adeta yutan bir anlatıma sahiptir. Denemelerdeki başlıklar ile yazı içeriği arasında her ne kadar bağlantı kurmakta zorlansanız da yazarın sizi beyin fırtınasına soktuğunu ve kendinizce bir bağlantı kurduğunuzu fark edeceksiniz. Bu durum aslında kitabın okuyucu olarak sizde ermek istediği murada erdiğini gösteriyor.

Diyalel'de yer yer kendine has bir tarz geliştirme tutumuna da rastlayabilirsiniz. Bazı denemelerin noktasız, virgülsüz yazılması Türk Dil Kurumu'na bir başkaldırı olabileceğini düşündürmektedir. Yani yazar diyor ki; ben böyle hissediyor ve böyle yazıyorum. Ne kuralım var ne de kelime bağımlılığım. Tüm kelimeler benim esirim." Size sadece hayran olmak kalıyor."Ve Günün Birinde Sırrın Çözülüşü" denemesi ile "Telepati/sır " denemesi arasında ki bağ, size keyifli gelebilir. Kahraman meramını, daha anlaşılır cümlelerle dile getirir. Okuyucu, bu denemelerde gizli kahramanın bir "gey" olduğu kuşkusuna varabilir.

Diyalel, kâinatı, insan ilişkilerini, Tanrıyı, dinleri, filozofları alaşağı edecek, bazen de yüceltecek düşünce özgürlüğüne sahip. Okumada, anlamada, hmede zorluk yaşayacağınız, anladıkça sizi temelden sarsacak olan Diyalel, okuyucu olarak size "yazarı sorgulama hakkı" htirebilir. Çünkü kitap büyük bir ustalıkla zihninizi, huzurunuzu, kanınızı allak bullak edecek kudrette yazılmış ve gayesine ulaşmıştır.

 

 

Çocukluğum

Caner Demir

Çocukluğumu pantolonumun yırtık ceplerinden düşürdüm. Aramaya da fırsatım olmadı çünkü hep ekmek kavgasındaydım.

Çoğu zaman yenilen taraftım zaten, birde boyumdan büyük hayaller kurardım. Her gece annemin kesik kesik hıçkırıklarını duyardım. Bende bayram günleri diğer zengin çocuklar gibi süslü püslü elbiseler giyemiyorum, diye. 

Babam akşamları eve gelince kucağına atlayıp öperdim. Tühh, mahalle bakkalında da çikolata kalmamış, derdi. İnanmış gibi yapar üzülmezdim, bilirdim babamın parasının olmadığını.

Anneme düğününde bir fistan almıştı babam. Annem yıkar yıkar giyerdi, bu elbisede hiç eskimiyor derdi. Eskimişti oysa yama vardı her yerinde yırtılmış, buruşmuştu.

Annem babamı çok severdi, belli etmezdi ama çok severdi... Onunla hiç mum ışığında ıstakoz yemese de çok severdi. Evimizin huzuru hiç eksik olmazdı. Babam soğanı kırdıktan sonra elhamdülillah, derdi.  Odunlu sobanın üstünde patatesler kızarınca dünyanın en mutlu insanı oluyordum. Sağ olsun rahmetli nenem de televizyonun yokluğunu hiç htirmezdi. Hikâyeler anlatırdı. Hüzünle dinlediğimiz, kâh neşelendiğimiz. Hep umutlu, hep güzelliği bize pay eden hikâyeler…

 

 

Zamanında

Reşat Gürkan

Sarılmak vardı zamanında

Sadece sarılmak

Sımsıkı, çekinmeden

 

Öylece dursaydı zaman

Akmasaydı

Nefes bile almasaydık

Konuşsaydık akabinde

Asırlık bir hasret ile

Olacakları bir kenara bırakarak

Ya da zaman aksaydı

Biz dursaydık

Sadece sarılsaydık

Doyasıya ve sımsıkı

 

Bıraksaydık varı yoku

Çıksaydık şu engin tepelere

Yeşilliklere, dağlara

Bilseydik ki her şey bu andır

Ve bu an ölümsüz

Her ne kadar ölümlü olsak da

 

Yeşerirdi daha gür otlar

Çiçek açardı ağaçlar

Bizden bir ruh alarak.

Bizden esinlenerek belki

Kurt vazgeçerdi kuzudan

 

Sarılmak vardı zamanında

Sadece sarılmak

Kokunu içime çeke çeke

Belki bitebilirdi bu hasret

 

Şimdi bir yangın yeri civar

Şehirler yanıyor

Denizler yetmiyor söndürmeye

Ve göklerden bir yağmur

Daha da alevlendiriyor

 

Gözyaşlarım yakar beni

Ve durmuyor

Yaktığını bile bile

Sönmüyor ve sönmeyecek gibi

 

Sarılmak vardı zamanında

Sadece sarılmak

Ve sarılamadık bu hasret ile

Nerden bilebilirdik zaten

 

Kalmadı o an, o şehir

Eksik kaldı bir tebessüm

 

Son bir pişmanlık

Ve açık kaldı bu kollar

Hissediyorum

Durum pek de vahim

Ve bir yanım eksik, hep eksik.

 

 

Ölüm

Kübra Öztaş

Zaman bellidir, azizim

Mahşer günü uykuya dal

Üşüme sakın,

Sakın korkma

 

Makberin serildiğinde 

Cihan-ı âlem erise

Sen sakın yanma,

Sakın kavrulma

 

Bir vakit vardır, dar

Ve yakındır

Hayat kısa hudut aşikar

 

Kervan geçmez bu diyardan

Yükü ağır,

Yolu çakıl

 

Yürümek de var

Bu yolda

Sürünmek de,

Sen koş azizim

Sufiye derya yakındır

İnşiraha koş,

Yolun açık

 

Bir ses ver azizim

Senin de vaktin yakın

Münker kapıda Nekir karşında

Zaman bellidir, azizim,

Hayat kısa

Hudut yakındır.

 

 

Müziğin Resmi

Kuzey Genç

Sesini dağlara boyayan Zelal Zirek'e

Dağın yansımasını çizdi göğüs kabuklarına

Bin bir ağıt ve acıyla sesinden kalkıp dağı boyadı

Elleri şimdi utangaç kırmızı lekesi

İçindeki hüzünler nota nota arttı

 

Yankısını aramaya gitti kadın / sesini doğurdu

Her dağın bir hikâyesini çiziyordu sesine

Yaralı kuş kadar hassas kalmıştı bu dünyada

Ayak izlerinde dağının haykırması

 

Ağlaması öz suyu hacmiyle büyüdü

Göğüslerinden soydu acısını ve büyüdü

Rüzgâra sarıldı elleri dağ kadar acı

 

Sesini çizdi ellerine ve boyadı dağı

Bir bekleyiş kondurdu her yer şimdi ağrılı

Acısına ağladı ve büyüdü soyununca

Uykusundan uyandı müziğin resmini çizerek.

Bakmadan Geçme