MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.

Leylim Leylim Işığında, Ahmet Arif ve Leylâ Erbil Gerçeği (2)

Leyla Mihrinaz Engin

Büyük bir tevazua sahip. Öyle ki edebi, kültür birikimlerini karşıdakini incitmemek adına, çok büyük bir özenle aktarmış hatta aktarırken rahatsızlık duymuştur.İntiharı düşünmüştür. Yaşamış olduğu maddi manevi sıkıntılardan bunalmış, ölmeyi istemiş ancak bunu devrimci ruhuna yakıştırmamıştır. İntiharı ucuz bir kaçış olarak ifade etmiştir. Karşılıksız mektuplarından isyan ettiği olmuş, yine de büyük bir saygı ile bekleyiş içine girmiştir.

Mektuplardan yola çıkarak, materyalist ruhunu da görmek mümkün. Yaşadığı dönem itibariyle çok sığ düşünceli insanlarla yaşamak zorunda kalmış, bu da kendisinde derin bir üzüntü ve güvensizliğe yol açmıştır. Ancak yaşama ve yaşayana olan inancını hiç yitirmemiştir.

Haksızlık ve hakarete dayanamıyor tavrını cesaretle sergilemektedir.Sürgün olarak gittiği Diyarbakır, Siverek, Bismil, Urfa şehirlerinde hastalık ve büyük bir yoksulluk içerisinde yaşamış, muhasebecilik ile duygu dünyasına oldukça ters düşen bir iş ile uğraşmak zorunda kalmıştır.

Ve en önemlisi, Hasretinden Prangalar Eskittim şiir kitabındaki sevgi kaynağını, muhatabını, duygularını örs gibi döven gizli sevdasını keşfetmiş oluyoruz.

Hasretinden Prangalar Eskittim

Ahmet Arif'in Leylâ Erbil e yazmış olduğu mektupları Leylim Leylim adlı kitaptan okuduktan sonra, şiir kitabını usulca açıp, daha manalı, itinalı ve içi buruk bir şekilde okuma ihtiyacı duyarsınız. Bu kez alacağınız tat farklı olacaktır. Sevda kokan, isyan ve hasret kokan mısraların muhatabını bilmenin hazzı ile okursunuz.

Aşina olduğumuz birçok şiirini ve mısraları, mektuplarında yazmış ve paylaşmıştır.

"Suskun" şiirindeki "Yeşil" bildiğimiz yeşil değil, bilakis Leylâ Erbil'in göz rengidir. Bu şiir Leylâ Erbil'e düğün hediyesidir. Hasretinden Prangalar Eskittim şiirinin ilk dizesi olan "Seni, anlatabilmek seni" 2 Mayıs 1956 tarihli mektubunda yaşadığı sıkıntılara rağmen Leylâ Erbil'in kendisine uzanan dost elinin, var olmasının verdiği kudrete hitaben dökülmüştür.

14 Şubat 1956 tarihli mektupla "Uy Havar" şiirinin "Kaynak" adlı dergide yayınlandığını okumaktayız. "Uy Havar" şiirinin ilk isminin "Uy Gelin" olarak yazıldığı bilgisi 18 Ekim 1956 tarihli mektupta yer almaktadır.

"Leylım-Leylım" şiirini çalışırken takıldığı, beğenmediği yerleri düzeltmesi için Leylâ Erbil'e yollar ve kendisinden bilgi bekler. "seviyorum bu şiiri. Hepsinden güzel oldu. Sana çalıyor. Tadıyla, havasıyla sana…"  (27 Ocak 1957 tarihli mektup.)

Malum şiir kitabı üzerine yazılan yığınlarca yazı ve Ahmet Arif'le yapılan röportajlar vardır. Bu yazı ve röportajlardan, şimdi bildiğimiz sevdanın izine rastlamak mümkün değildir.  Şiirlerinin kendi yaşam gergefinden geçtiğini, bizzat yaşanmışlıklar sonucu kaleme alındığını, imgelerinde yer alan dağ-taş, su, pamuk işçisi, tütün, doğum, cellât gibi kavramların, ulaşılamayan, tarifsiz, yakan, kavuran ve bir türlü öldürmeyen sevdadan, hasretten beslendiğini anlamaktayız.

"Canımın gizlisinde bir cân idin ki / Kan değil, sevdamız akardı geceye / Sıktıkça cellâd/Kemendi…"

Cemal Süreya, Papirüs, Ocak 1969 tarihli yazısında Ahmet Arif'i şöyle betimlemiş;  yücelerde yıllanmış katar katar karın içinde yürüyor yalınayak ve ayakları yanarak.

Metin Demirtaş, Kırkmerdiven Dergisi, Ağustos 1991 tarihli yazısında; şiirimizde bir doruktu. Her zaman başı karlı genç ve görkemli kalacak bir doruk! Estirdiği yer Anadolu kokulu, halk kokulu esip duracak.

Adnan Binyazar'ın Eylül 2003 tarihli "Öfkenin ve İnceliklerin Şairi' adlı, kaleme aldığı yazısında şu ifadelerde bulunmuştur; Bir insan acı çekti mi, sözcükleri bu taştan geçmeden şiirine giremez. Ahmet Arif, toplumsal acının bileytaşından geçirmediği hiçbir sözcüğü şiirinin kapısından içeriye sokmamış, "acı" yı öfkeye dönüştürmeyi bilmiştir.

 Üsküdardan bu yana lo kimin yurdu!

He canım…

Çiçekdağı kıtlık, kıran

Gül açmaz, çağla dökmez.

Ve ben şairim.

Namus işçisiyim yani

Yürek işçisi

Oy sevmişem ben seni…

Malum şiir kitabı ile büyük bir üne ulaşan,  gerek şiirlerinden gerekse Leylim Leylim kitabındaki mektuplarından kültürel, edebi bilgisine şahit olduğumuz Ahmet Arif'in 64 yıllık yaşamı süresince sadece bir adet kitap yayınlamış olması düşündürücüdür.

Kitaba Genel Bir Bakış

Leylim Leylim Kitabını oluşturan mektuplar, yazıldığı haliyle okuyucuya aktarılmıştır. Edebiyat tarihçilerine ışık tutacak nitelikteki kitap aynı zamanda okuyucuda şiirin önemini hatırlatacak, önemsetecek niteliktedir.

Kitapta yer alan bir iki adet fotoğraf ve şiirler kitaba ayrı bir tat katmıştır. Özel sayılacak hatta mahrem denilecek nitelikte mektuplar da mevcuttur. Diğer taraftan mektuplarda isimleri tam olarak ifade edilmiş, toplumda bilinen sanatçı ve yayımcılar için yazmış olduğu kırıcı, küfürlü söylemler vardır. Gerek kendisine, gerek şiirine değer veren halkı, yeri geldiğinde yeren, toplumu önemsemeyen, umursamayan, aşkını bu olguların üstünde sayması sebebiyle şimdiye kadar ki kendisine duyulan sevgi ve saygıyı riske sokacak ifadelerin yazıldığı mektupların yayınlanmış olması, insanı, bu mektupların bir kısmı basılmalı mıydı, basılmamalı mıydı ikilemine düşürebilir.

Mektupların, iki ünlü şairin, yaşamış olduğu dönemlerde basılmamış olması da düşündürücüdür. Ancak bu mektupların Leylâ Erbil'i de ölümsüzleştireceği, hafızalara kazıyacağı bir gerçektir. Mektuplarda içtenlik, samimiyet, sevgi, aşk ve saygıyla kendisini ifade eden Ahmet Arif'in hakaret dolu bir mektup almış olması okuyucuyu üzecektir.

Leylâ Erbil, Ahmet Arif'i sığ, göstermelik bulmakta, kullandığı küfürlerden dolayı hakaret etmekte ve uyarmaktadır. Diğer taraftan Ahmet Arif'ten kendisine giden hediyelerin parasını teklif etmesi Ahmet Arif'i derinden üzer. Leylâ Erbil'in yer yer katı tutumu okuyucuda üzüntü ve kızgınlığa yer açabilir. Ancak durumun içeriği tam olarak bilinmediğinden çokta yoruma açık değildir.

SON

 

 

Hal-İ Pür Melalimiz

Abdullah Karagülle

Herkesin malumu olduğu üzere çok acı günler yaşıyoruz. Dünyanın dört bir yanında katledilen, savaş ortamına mahkum edilen kardeşlerimizin acısı tazeliğini korurken, Mısır'da sinsi derbe yönetiminin haksız yere hapsederek türlü işkencelere tabi tuttuğu kardeşlerimiz, şimdi de birer birer dar ağacına gönderiliyor.

Bizler ise ne yazık ki basının ekranlara taşıdığı görüntüleri izlemekten başka bir şey yapmıyoruz. Yanı sıra günlük konuşmalarda, fikir teatilerinde yada günlük sohbetlerde bu idamların konuşulmadığını, gündem edilmediğini esefle izliyoruz.

Diyaloglarımızda televizyon dizileri var, futbol maçları var, hele hele derbileri… Çoluk çocuk hep birlikte kendimizi kaptırıyoruz. Sözüm ona magazin gündemlerini takip ediyoruz, seçimde hangi parti ne kadar oy alır, nereleri kazanır? Bunları saatlerce konuşuyoruz; lakin göz göre göre idam edilen kundaktaki bebeğini son defa kelepçe olmayan tek eliyle bağrına basmaya çalışan anneler, daha 20'li yaşlardaki civanmert delikanlılarımız gündemimizi işgal etmiyor.

Size can yakıcı bir örnek sunayım: Fenerbahçe - Beşiktaş derbisi oynandı. Benim de dahil olduğum okul sıralarından arkadaşlardan oluşan bir watsap grubumuz var. Grupta maçın başından sonuna kadar nerdeyse maçla alakalı yorum yapmayan kalmadı. Öncesinde de Mısır'da yaşanan idamlar hiç gündem edilmediğinden daha sabredemedim ve dedim ki: Arkadaşlar bir maça bu kadar dört elle sarılıyoruz, takip ediyoruz, golleri tekrar tekrar izliyoruz, yetmiyor çocuklarımıza eşimize takımımızın attığı golleri izletiyoruz. Ama yanı başımızda Mısır'da her gün kardeşlerimiz idam ediliyor, hem de hiç bir suçları olmadığı halde; diyerek yapılacak bir basın açıklaması duyurusunu paylaştım. Tepki veren olmadığı gibi sonrasında guruptan ayrılanlar oldu. Bu da zulme uğrayan haksız yere öldürülen Müslüman'ı bir yana bırakalım, insan hayatına ne kadar değer verdiğimizi görmek için canlı bir örnek olarak zihnimizin bir yerinde kalsın.

Modern zamanlarda yaşayan insanlar olarak oturup bu durumu üzerinde önemle durarak masaya yatırmalıyız. Evet, ABD ya da Avrupa bugün dünya genelinde egemen güç konumundadır. Bizim onların basın gücüyle, silahlı güçleriyle, teknolojileriyle mücadeleye girmemiz belki çok zor bir ihtimaldir. Kabul, bütün bunlar bizim gerçeklerimizdir. Ama iman taşıyan her yüreğin yanması gerekmez mi, yüreklerde alevlenen öfkenin çığlık çığlık dışarıya yansıyarak düşmana korku salması gerekmez mi? İdamların önüne geçemezsek de şeytanın taraftarlarına karşı durup en azından kalplerimiz ürpererek gönül yangınımıza şahit gözyaşlarımız eşliğinde Rabbimize yönelip Mısır'da zulme uğrayan Yusuf (Allahın selamı üzerine olsun) misali yardım istememiz gerekmez miydi?

Ne yazık ki bireyselleştik, Rabbimizden, kutlu mesajı Kuran'dan uzaklaştık, Resulünün örnek hayatından fersah fersah uzağız bugün. Bu vesileyledir ki gelecek nesillerimiz, umudumuz olan çocuklarımıza da iyi bir örneklik ortaya koyamıyoruz. Rabbimiz Kitabı Kerimi'nde derki: ''Başınıza gelenler kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir. Kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.'' (Şura-30)

Evet, yapmamız gerekirken yapmadıklarımız ve yapmamamız gerekirken yaptıklarımız yüzünden inşallah elim bir azaba düçar olmayız. Hem korkarım bizler yarın zulme maruz kaldığımızda tepkisiz bir şekilde teslim bayrağını çekecek gibi duruyoruz. Karamsar olmak istemiyorum fakat hali pür melalimiz ne yazık ki bunu adeta haykırıyor.

Burada yapacağımız şey önceliklerimizi, vazgeçilmezlerimizi, değerlerimizi yeniden gözden geçirmek ve birbirimizi ötekileştirmeden, birbirimize tahammül etmeyi öğrenerek şu ana kadar yaşadığımız hayatı yeniden Kuran ve sünnete sarılarak şöyle bir çek etmektir. Göze çarpan hatalardan gerekli dersleri çıkarıp kendimizi düzelttiğimiz taktirde ne iktidara yaslanıp köşeye çekiliriz ne de sorumluluktan kaçıp, bana dokunmayan yılan bin yaşasın deriz. Selam ve dua ile...

 

 

Sessiz Kıyı

Kübra Öztaş

Sessiz kıyılarından süzülür güneş

Martılar güne hasret geceden

 

Gün yine küskün

Gölgesinde raks eden

Varlığıma,

Fayrap dalgalar vururken kıyılarıma

yağızatlar şahlanır

Kale burcundan

 

Bin ahından firar eder mecrim

Mecrim,

Loş ışıklı kaldırım sesi

Sessiz yüreğim

 

Dilim vahanın sırtında bir kuyu

Yüce kadim Yusuf masalı

Leyla'nın korlu sabrı

Sevmesinin yüzsuyu

 

Sarp kayalıkların

Mor sümbülü bahçelerin

Yeşile çalan çayırlarında

 

Sarının en huysuz tonuna

Barışık zülf ü kâkülün ucu

Çocukluk serüveninin sonu,

Müjganla güler

Küçük bir kız çocuğu

 

Erguvanlar dökerken yapraklarını

Hercailer mağrur,

Handan çehresinde unutulur

Yokluğa adanmış zuhur.

 

 

Sonbahar Rüzgârı

Ayşegül Ayaz

Sonbahar rüzgârı vuruyor yüzüme

Hüzünle bakıyor artık mevsimler

Son demleri yaşıyor güneş

 

Biraz daha güleyim hayata

Sonra gizlenirim nasılsa

Bulutlar ardına

 

Doğa uykuya dalacak

Mevsimlerden sonbahar

Kapılarda rüzgar

 

Nelere şahit oldu koca çınar

Küser mi hiç yaprağına

Söyle, dalına oturup

Konuştu mu âşıklar

 

Ya güle şarkı söyledi mi?

Nazlı bülbüller

 

Bir anne ağladı mı hiç

Kayıp yavrusuna

Yaktı mı gövdende ağıtlar

 

Nelere şahit oldun kim bilir

Neler biriktirdin yıllardır

 

Senin gibiyim ben de

Kâh gülerim kâh ağlarım

Hayata,

Bazen bahar olur yüreğim

Bazen buz gibi bir kış

Ama beklerim yine de

 

Baharı acılar yaşatsa da

Hayat her zaman

Mutlu gülümser.

 

 

Ah Tamara

Mehmet Çelik Erses

Rahip baban aşkımızı

Çok mu gördü ah Tamara,

Duymayan yok sevdamızı

Sana geldim ah Tamara!

 

Gece dalarım sulara

Nefretim bu dalgalara

Rabbim güç versin kollara

Geliyorum ah Tamara!

 

Deniz üşüttü çobanı

Üşüdüm sen yak sobanı

Sıcak tut gönül obanı

Üşüyorum, ah Tamara!

 

Işık tutup uzaklaşma

Dur yerinde ara aşma

Yer değişip benden kaçma

Çok yoruldum, ah Tamara!

 

Bu fenerin yönü başka

Gül coşkundur benzer kaşka

Keşiş tuzak kurmuş aşka

Ölüyorum, ah Tamara!

Bakmadan Geçme