ANA

Sen Akköprü'de biz buradayız. Hem çok yakın hem çok uzaktayız sana. Evlatlarından, torunlarından, akrabalarından, seni bilenlerden tanıyanlardan, gözü gönlü seni arayanlardan dualar selamlar var sana ana.

Babasının, amcalarının 1915'te canlarını kurtarmak üzere Van'dan  göç ettiği Kerkük'te dünyaya geldi. Gençlik çağında ailesiyle sevdalı oldukları ata baba toprağı memleketleri Van'a geri döndü. Muhacir ailenin güzel kızıydı. 1915'te Siirt'te Jandarma Çavuşu iken şehit olan ve sonrasında annesini  kaybeden amcasının yetim ve öksüz  oğlu ile babasının arzusu üzerine evlendi. Tepebaşı Mahallesinde 4'ü erkek 3'ü kız 7 çocuk dünyaya getirdi.

 

Kerpiçten evinin tahta tabanlı,   küpeli, karanfil, sarduna çiçekleri ve semaverin süslediği iki tam bir yarım kerpiçten örülen dikdörtgen pencereli odanın tavanındaki döşemelerden  sallanan kare beşikte ve dizlerinde çocuklarını sallayarak bağrında sevgiyle büyüttü.

 

Saçları gibi yüzü de gönlü de akça pakçaydı. Bir yanı yıkık hüzün doluydu. Sevinçlerinde, mutluluklarından dahi hüznün rengi, kokusu vardı. Yokluğu da bilirdi, tokluğu da Fedakardı, cesurdu, sözü özü birdi.

 

Ailesinin, mahallenin akıldanesi, barış elçisiydi. Kavgaları sona erdirmek,  kem sözleri dindirmek, yemeklere lezzet eklemek, yanlışları gidermek hep ona düşerdi. Yaptığı Van yemeklerinin lezzetini yiyen bilir yeme şansı olmayanlar duyardı. Paylaşmak bölüşmek en büyük zevkiydi. Misafir ağırlamak onun adeta bayram günleriydi. Usul, edep erkanı bilir gençlere öğretirdi. Bilgeliği ile ışık saçan hayat öğretmeniydi. Sevgisi hakikiydi her daim hissedilirdi.

 

 

Kimseyi kırmaz incitmezdi. Hassas kırılgandı. Kin, nefret bilmezdi.  Kendisine göre doğal başkasına göre garip gelen huyları da vardı. Sofraya denk gelen bir misafirin onun yemek teklifini reddetme şansı yoktu.Yemekte aşırı ısrar ederdi. İnsan ilişkilerine büyük önem verirdi.

 

Her Vanlı gibi genlerine işleyen 1915'li yılların işgal, açlık, endişesiyle çocuklarının, yakınlarının üzerine titrerdi. Seferberlik yıllarında kalma birde "Ne olur ne olmaz" düşüncesiyle odunlukta yakacağını kilerde erzağını eksik etmezdi.

 

Evlat, gelin, damat, torun sevinci de yaşadı. Koca, evlat, bacı, kardeş acısı da gördü. Ancak evlat acısı yandırdı yaktı, yıktı. Bayram sabahları yitirdiklerine de, düğün dernekte getirdiklerine de gizliden gizliye gözyaşı dökerdi. Hayatı düzgün duyguları karmaşıktı.

 

Herkes için iyi bir arkadaş, yoldaş, sırdaştı. Ayıpları, kusurları örter sevinçleri, mutlulukları ortaya saçardı.  Doğuştan sosyal ve çevreciydi. Evinin önünü, avlusunu ve sokağını temiz tutardı. Kolu komşunun, akrabanın hastasında, sıkıntısında kendisini vicdanen sorumlu hisseder, mutlaka bir şeyler yapardı. Bilgi birikimiyle yaptığı doğal ilaçlar, hastalara şifa olurdu. Tavsiyeleri çoluk çocuğu olan annelere kurtarıcı gibiydi. Erkeğe de kadına da "Gardaş" diye seslenirdi. Sesi soluğu çıkmayan komşu, akraba, eş dostu merak ederdi.  

 

Yeni gelinlerin, yuva kuranların, aile içinde sorunu olanların Marko Paşası gibiydi. Sözü yere düşmez, başındaki leçeği zorlu zamanlarda  barışçı rol oynardı. Ölüsü olanın helvasında, düğün derneği ve hacısı olanın pilavında tarifi, çorbasında tuzu vardı. Kavurma kazanın başında şalvarıyla ustabaşı, öğretilerinde mihenk taşıydı.

 

Başkasının yıkadığı kap kaşığı çaktırmadan kendisi bir kez daha yıkayacak kadar titizdi.  Sonbaharda kırılan palıt odunları kalem gibi istif ederdi.  İsrafa izin vermez cömertlikten haz duyardı. Şekerden una, yağdan bulgura, kavurmadan tarhanaya  bütün yiyeceklerini  dualarla yıkadığı ağzı kapaklı  tenekelere dizerdi.

 

 Gittiği memleketlerde izzet ikram görürdü. Lakin birkaç gün sonra  tansiyonu yükselir nefesi daralırdı. Memleketi anavatanı Van'ı özlerdi. Dönüşünde "Ben memleketime kurban olayım" derdi. Onun gözünde dünyanın en güzel, yaşanacak tek memleketi Van'dı. Van demek ona candı, canandı. Çevresindekilere "Allah rızası için memleketinizi terk etmeyin, yerinizi yurdunuzu satmayın" diye öğütlerde bulunurdu.

 

 Tanıdık, çevreden gelen imkanı olmayan öğrencilere burs verme imkanı yoktu. Ama evi öğrenci pansiyonu gibiydi. İdealist öğrencileri öz evladı gibi sahiplenir yıkar, yedirir doyurur nasihatlerle yönlendirerek desteklerdi.

 

Bizim de sevenlerinin de "Reyhan anası" sendin.

 

 Derdimize yanan, hayatın yükünü alan sendin ana.

 

Bir düğün mutluluğu sevinci arifesinde, baharı görmeden, tamda sana ihtiyacımız olduğu zaman ansızın veda edip gittin ana. Senden sonra kokun, izin, sesin duvarlarına sinen 70 yıllık eski evimizde yıkıldı çöktü ana.  Bahçemizde dallar kırıldı, çiçekler soldu ana. Yuvamızın yerine betondan yeni ev yapıldı. Ama ruhsuz, renksiz duruyor ana. Sensiz hayat şimdi tuzsuz yemek gibi lezzetsiz yavan ana. Sanki dünyaya hiç gelmemişsin. Geride güzel hatırların, sıcak gülüşün yüreğinle dokunuşun kaldı ana.

 

Adın, özlemin var ama sen yoksun ana.

 

Dediler "yalnızlık nedir"

 

Dedim anadan ayrı düşmektir ana.

 

Senden sonra insanlarda, düzende, özende hepten bozuldu ana. Yol yürünmez, dost görünmez, hasta sorulmaz, kadir kıymet ahde vefa bilinmez oldu ana. Şimdi herkeste her şey var. Evler çok geniş gözler gönüller daralmış ana.

 

Sen Akköprü'de biz buradayız. Hem çok yakın hem çok uzaktayız sana. Evlatlarından, torunlarından, akrabalarından, seni bilenlerden tanıyanlardan, gözü gönlü seni arayanlardan dualar selamlar var sana ana.

 

Ruhun şad mekanın cennet olsun ana. 

 

NOT: Bu yazı 11 Mayıs 2017 günü yayınlanmıştır.

Bakmadan Geçme