ŞİMENDİFER

Türkiye'nin yol hikâyeleri çok dramatik.
Bir şimendifer düşünün; üstünde sayısız vagon ve o vagonların her birinde farklı renkler... Ve ne yazık ki içindeki insanların yüzlerinde; endişe, kaygı ve hüzün...
Bir taraftan doğal afetlerin belini büktüğü, umutlarını törpülediği acılı insanlar... Bir taraftan yarın kuşkusunu taşıyan işsizler, bitirdiği okullardan sonra ne olacağı belirsiz gençler, dinsel, mezhepsel kültür karmaşasındaki gelgitlere takılan kitleler.
 Vagonları dolu, hızı belirsiz, altındaki demiryolları köhne, köprülerinin durumu geçit verecek mi vermeyecek mi, meçhul.
Makinist hızı artırdıkça sarsılıyor, durdurduğunda cızırdıyor, sürükleniyor, savrulacak oluyor sağa sola.
Ve insan sesleri bir araya toplandığında çığlığa dönüşüyor.
Yol ayrımından söz edenler, mühür bendedir diye çaka satanlar, günü kurtarmaya çalışan kıyakçılar, ayakçılar, yalakalar... Ve bu düzen artık yıkılmalıdır diyen maceraperestler. Geçmişten getirim sağlamaya çalışan üçkâğıtçılar!
Kimi zaman bir mezar sessizliği, kimi zaman netliği anlaşılmayan gürültüler.
Sanki bir kâbus! Hani uykunun en tatlı yanında bir virüs gibi bilinçaltlarına giren yatakta bir o yana bir bu yana kıvrandıran kara düşler zinciri.
Uzaktan bir cılız ses kimi zaman:
"Hayra yoranım yok!"Diyen.
Sanki içimde bir katar geçiyor; raylarım paslı, gacır gucur ha devrildi ha devrilecekmişçesine.
Bağırmak istiyorum! Bağırmak!
Anlatmak istiyorum! Anlatmak!
Heyhat kafa yoranım yok!
Yüreğimin en orta yerinden kan kırmızı bir iz bırakarak ve biçerek geçiyor şimendifer...

Bakmadan Geçme