ANLAMAK VE ANLAŞILMAK

 İnsan yaratılışı gereği anlamak ve anlaşılmak ister. Anne-babamız, eşimiz, patronumuz, çalışanımız, arkadaşımız, çocuğumuz bizi anlasın isteriz. Sanırım onlar da aynı şeyi bekliyor.  Herkes, diğerinin kendisini anlamasını istiyor. Peki gerçekte kim anlıyor?
   İki yaşındaki çocuk oyun oynarken düşer, canı acır ve ağlamaya başlar. Yanında bulunan büyükler: 'yok bir şey, hadi ağlama' der. Bunun üzerine çocuk avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar. Yetişkinler 'aa yok bir şey ama' der. Ve çocuk şiddeti gittikçe artan bir şekilde ağlamayı sürdürür. Bazen bu durum bir sinir harbiyle, bazen susmadığı için  istemsiz bir tokatla, bazen de 'eee seninde canın çok tatlıymış' gibi bir sözle geçer gider.
     Buna benzer olayları evde ve sokakta çok gözlemleme fırsatım oldu. Dikkatimi çeken ise çocuğun can acımasından dolayı ilk ağlamaya başlamasıyla, 'yok bir şey' dendikten sonraki ağlamaları arasındaki farktı. Ağlama gittikçe artıyordu ama bu canın acımasıyla ilgili değildi. Bu anlaşılmamayla ilgiliydi. Çocuk canının acımasını ağlamayla anlatıyordu biz de yok öyle bir şey diyerek acısını reddediyorduk. Bunun üzerine çocuk "ACIM VAR" bunu kabul edin dercesine  sanki daha çok ağlıyordu.
    Olan olmuştu çocuğun canı acımıştı ama şimdi daha önemli olan kendisini anlatabilmek, anlaşılmaktı. Nitekim daha sonra gördüm ki, bu tip olaylarda 'aaa düştün demek canın çok acımış olmalı' gibi yaklaşımlar ya ağlama süresini kısaltıyor ya da  ağlama olmamasını sağlıyordu. Çünkü 'evet acıdı ve sen beni anlıyorsun' mesajı gidiyor, bu da çocuğu rahatlatıyordu.
     Yetişkinler de çocuk gibi anlaşılmak ister ve anlaşılmadığını hissettiğinde ağlamasa da anlaşılmak adına tepkide bulunur. Bazen bunu susarak, bazen surat asarak, bazen bir şeyleri unutarak, bazen de umursamaz tavırlar arkasına gizlenerek yapar. Ne yaparsa yapsın çoğu zaman ben anlaşılmak istiyorum ifadesini açıkça söylemez ama bu amaçla genelde söylememesi gerekenleri de rahatlıkla söyler.
    Bizler anne ve babamızdan ve çevremizden, yaşanan duyguları/duygularımızı reddetmeyi öğrendik sanırım. Öfkeliyken bile evet şu an çok kızgınım, demeyiz de ben sinirli değilim deriz. Halbuki öfkemiz yüz metre öteden okunuyordur.
     Önce kendi içinde bulunduğumuz olumsuz duyguları kabul etmeliyiz. Dışımızdan olmasa bile içimizden bunu kendimize söyleyebilmeliyiz. Bu durumun farkında olmalıyız. Bunu yaptığımızda var olan duygu azalır zaten. Herhangi bir olumsuz duyguyu varken yok gibi farz etmek o duyguyu azaltmadığı gibi artmasına sebep olur.
      Hem kendimize hem de karşımızdakine karşı, içinde bulunulan duyguları kabul etmek anlaşılmayla birlikte rahatlama getirir. Eşiniz eve geldiğinde 'bizim için tüm gün çalıştın, yorulmuş olmalısın' derseniz ne hisseder acaba. Ya da eşiniz size 'yemek, çamaşır ve çocuklar ne kadar yoruldun kim bilir' dediğinde ne hissedersiniz? Büyük ihtimalle yorgunluğunuz geçer ve anlaşılmanın dayanılmaz hafifliğini yaşarsınız.
    Korkmuş olmalısın, üzüldün sanırım, çok kızmışsın gibi ifadeler korkma, üzülecek bir şey yok, kızma demekten daha tesirlidir. O halde, o anki duruma uygun ifadeleri sözel olarak ifade etmek, günlük hayatımızda bize kolaylık sağlar .

Bakmadan Geçme