Görecelere sığınmış zavallılıklar

Merkel'in, Türkiye'yi ziyaret ettiği ve görüşme yaptığı altın varaklı saltanat koltuklarının olduğu saray görüntüsünde öykülerini severek okuduğum Ömer Seyfettin ve onun Pembe İncili Kaftan hikâyesi geldi aklıma.

Her öyküsünde bir hayat dersi saklı olan Ömer Seyfettin o öyküsünde devleti ve milleti için malını ve canını esirgemeyecek insanları anlatır.

Olay Şah İsmail döneminde geçmektedir. Dönemin yönetenleri akıllı ve ağır başlı bir insanın elçi olarak Şah İsmail'e gönderilmesini karara bağlarlar. Sarayın bilgeleri bu işi yapacak kişinin Muhsin Çelebi adında iyi ve dürüst bir o kadar da atadan babadan varlıklı bir kişi olduğunu düşünürler. Görev Muhsin Çelebi'ye verilir.

Ancak Muhsin Çelebi'nin bir şartı vardır. Şah İsmail'e elçi olarak giderken devlet hazinesinden tek bir akçe almayacak ve tüm masrafları kendi yapacaktır. Öneriyi götürenler bu kararı tartışmadan kabul ederler.

Muhsin Çelebi hazırlığını yapar, çiftini çubuğunu satıp üzerine paha biçilmeyecek değerde incili bir kaftan alır ve yola koyulur.

Şah İsmail'in sarayında Muhsin Çelebi bir imparatorluğun elçisi gibi değil de sıradan bir yurttaş gibi karşılanır.

Şah İsmail'in huzuruna çıkarılır. Devletinin şanına yaraşır ağır başlılıkla içeri girer ve selamını verir. Şah İsmail umursamaz bir tavırla onu ayakta tutar. Ancak o büyük bir devletin elçisidir. Sağa sola bakar, oturacak bir yer olmadığını fark eder. Sonra da şaşkın bakışlarla üzerindeki paha biçilmez kaftanı yere serer, bağdaş kurup kaftanın üzerine oturur.

Görüşme bittikten sonra aynı saygıyla Şahı selamlar ve ayağa kalkıp çıkar. Kaftanı serdiği yerdedir. Saray hizmetkârları yerdeki kaftanı alıp ardından koşarak Muhsin Çelebi'ye uzatırlar. O eliyle her şeyini harcayarak yaptırdığı incilerle işlenmiş kaftanı iter:

"Bizler altımıza serdiğimizi bir daha üstümüze almayız." Diyerek Şah İsmail'e bir elçiye takındığı tavrının o müthiş dersini verir.

Öykünün özeti budur ama verdiği dersler eşsizdir.

Muhsin Çelebi devlet ve millet için yapılacak hizmetin bedelsizliğini vurgularken, itibarın mal ve mülkte değil de gönülde olduğunun dersini veren bir hikâyenin başkahramanıdır.

Gelelim Almanya'nın lideri ile bizim liderlerin görüşmesine.

Hani şu saray bu saray hikâyeleri itibar diye gösteriliyor ya… Bence bunlar dünyaya vız geliyor.

Milyon kere milyon saraylarınız olsa da ülkenizde barış ve demokrasi hüküm sürmüyorsa eğer hepsini toplasanız bir metelik etmez. Eğer büyük, etkin, her alanda caydırıcı niteliklere sahip bir ülke olmak istiyorsanız önce halkınızı mutlu kılacaksınız. Onların barış ve kardeşlik içinde yaşamaları için ömrünüzü vereceksiniz. Kimseyi ötekileştirmeyecek, dinsel ve etniksel anlamda bölmeyeceksiniz.

Bugün ülkemizin özgeçmişiyle, bugünü arasında kıyaslama yaptığımızda Muhsin Çelebilerin sadece hikâyelerde kaldığını görüyoruz. Parlamentomuzdaki çoğu parlamenterin; devlete ve millete hizmet yerine, çıkarlar peşinde koştuğuna tanık oluyoruz. Ve güç peşinde koşanların hayatın görüntüsüne yansıyan fotoğrafında ise göreceli zavallılıklara sığınmışlık olduğunun utandıran yansımaları var.

Kısacası, dünya insanlığına saraylar ve şaşaları vız geliyor. İnsanlık, özgürlüklere, bozulmayan yeşile, kan çanağına dönüştürülmeyecek maviye değer veriyor.

Merkel gelmiş de… Falanca sarayda altın varaklı koltuklarda poz vermiş de… Peh!

Söyleyin lütfen! Merkel, bayram değil seyran değil niye bizi öpmeye gelmiş?

Hadi onu da ben söyleyeyim.

-Şu mültecilere sahip çıkın da biz Avrupa kaç kuruşsa birleştirip verelim. Aman bize bulaştırmayın. Diyor.

Bakmadan Geçme