Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

KADİM ŞEHİR VAN

ŞÜKRULLAH YAVUZER

Ah bu şehir, bu kadim şehir.

Güneşin başkenti şehir.

Bu şehrin sevgisi bambaşka, aşkı depreşir durur damarlarımda.

Tarihin nabzı atar taşında, toprağında.

Muhteşem kalesi yükselir masmavi gölünün kıyısında.

Zamanın ayak izleri var surunda, burcunda.

Tat var, bereket var suyunda, toprağında… 

 

Toprakkale’den bir güvercin havalanırdı kadim şehrin üstüne.

Kanatlarında beyaz bir mutluluk.

Süzülürdü nazlı nazlı Kayaçelebi Camisi’ne doğru.

Hüsrevpaşa’dan yükselen ezan sesi, hor hor bulağında yankılanır dururdu.

Eski şehir mezarlığında bir dağ başı tenhalığı, sinek uçsa duyulurdu.

Yüreklere ferahlık verirdi Abdurrahman Gazi’ye okunan her Fatiha.

Kelebeklerin sessizliğindeydi Selçuklu Mezarlığı. 

Halime Hatun, mahzun mahzun bakardı mezar taşlarına. 

Zeve yangın yeriydi. Hala küllenmemişti şehrin yanan yüreği.

Hüzün veriyordu şehitlikte, dalından düşen gül yaprağı.

 Sabahın erken saatlerinde yağmur yağmış hissi verirdi, çimenlerdeki kırağı…

 

İspiriz ’den kekik kokusu eserdi ılgıt ılgıt. Güzeldere’de kıvrım kıvrımdı yollar.

Virajın biri bitmeden öteki başlardı.

Yere inmiş bulut yığınıydı Başkale’de travertenler.

Bir kuşun kanadındaki renkler gibiydi Gevaş’ta, ağlayan gelinler.

TRT Van Radyosunda söylenirdi akşamüzeri türküler, huzur içindeydi kadim şehir.

Muradiye Şelalesinde intihar ederdi Bendimahi’nin deli suları. 

Bir yaşam mücadelesi verirdi azgın sularda balıklar.

Çığlık çığlığaydı martılar.

Bir dalıp bir çıkarlardı sulara karabataklar….

 

Kanissipi’nin kanı kaynardı Mayıs’ta, kabına sığmaz coşardı.

Güzel zamanları olurdu kadim şehrin.

Temmuzun sıcak akşamlarında zincirin ucuna bağlı maşrapa ile kehriz suyu içilirdi,

kevser suyu niyetine.

Kaynayan semaver çayında zernebat suyunun da kehrizden aşağı kalır tarafı yoktu.

O da zemzemle yarışır dururdu.

Bakraçlarla taze süt, yoğurt taşınırdı sütçülere sabahın erken saatlerinde.

Öğleye doğru lavaş ekmeği ile yenilen melemene doyum olmazdı.

Ağzının tadını bilenler Şeref Şahin’de fırın ağzı yerdi.

Şehir parkında oturur oturmaz önüne konulurdu, kaymaklı çay. Parası da peşin alınırdı,

Sonra Müslüm Gürses’ten bir şarkı yükselirdi en damarından.

“İsyan eden kalbimi biraz olsun duy yeter…” 

Efkârlanırdı yüreği kıpır kıpır gençler.

Oturdukları masaya bir kalp çizerlerdi ellerindeki çakıyla.

Yaralı yüreklerini temsilen okunu da ihmal etmezlerdi.

Sonra da iki ismin baş harflerini… 

 

Acıklı bir film gelirdi şehir sinemasına, tıklım tıklım dolardı salon.

Filmde her kes kendisini izlerdi sanki efkârlı efkârlı içilirdi gazozlar. 

Şekerci Şükrü’ de tatlanırdı ağızlar.

Birkoç’ta yenilirdi kavurmalar.

Akköprü Deresi’nde kapışırdı kabadayılar. Kabadayılığın da bir raconu vardı.

Bisikletçi Hocadan kiralanırdı bisikletler. İki direk arası bir lira…

 

Gün Erek’ten yükselirdi kadim şehrin üstüne.

Güneşin şehri olurdu Van.

Bir keklik su içerdi Keşiş gölünde.

Norduz’da kaval çalardı dertli bir çoban.

Kaval inler, kuzular melerdi.

Kınalı parmaklarıyla kilim dokurdu tezgâhlarda gelinler.

Akdamar’da çiçek açardı bademler.

Dolayi'nin, Kocero’nun kahvesinde buluşurdu dostlar.

İzzettin Şir Camisi’nde içli içli okunurdu Kur’an.

İstasyon mahlesinde ilimle meşgul olurdu Seyda’yı Molla Hasan.

Her gördüğüne Öğütler verirdi, Herkül Mustafa isimli bir pehlivan. 

Şamran altında süslenirdi bağ, bahçe, bostan…

 

Çocuklar oyuna dalardı Bahçıvan Mahlesinde.

Çelik çomak oynanırdı, kör ebe oynanırdı, en sevilen oyundu melikan.

Çocukların ellerinde ekmek arası domates ile soğan.

Bilinmezdi ki nasıl akıp gidiyordu zaman. 

Çatakta balların şahını verirdi, çamurla sıvanmış kara kovan.

Serinletirdi Rençberlerin içini tırpan sonrası içilen soğuk bir ayran.

Artos’a sevdalıydı Vestan.  Edremit güllük gülistan.

Van gölüne bakar dururdu, sis bulutu içindeki Süphan.

Meydan muharebelerine şahitlik etmişti Çaldıran…

 

Yürekler bir olurdu, yüzler gülerdi, bin bir çeşit kahvaltı sofralarında.

Dertler kederler uçar giderdi semaverin tüten dumanında.

Bereket vardı, lezzet vardı tandırdan çıkan sıcak ekmeğin buğusunda.

Muhabbet içilirdi, semaverde demlenen kaçak çayın her yudumunda.

Bir ikindi vakti davet edilirdi çaya konu komşu, kırılırdı beli iki çift lafın.

Mayıs’ta inerdi tezgâhlara damakların tadı uşkun.

Sıhke’de yoldan geçenlere kekik uzatırdı çocuklar, utangaç, suskun.

Suvaroğlu’nda bir Van evi direniyordu apartmanlara mahzun, yorgun. 

Hıdırellez’de dilekler dilenirdi en samimi, en içten. 

Perşembe günleri şenlenirdi Abdurrahman Gazi türbesi.

Bir bir kabul olurdu genç kızların duası.

Karakobra’lara tezahürattan kısılırdı gençlerin sesi.

Peynirciler çarşısından yükselirdi otlu peynirin kokusu.

Foto stilde verilirdi pozların en kralı.

Hafta sonu aileler sahile koşardı kaptığı gibi semaveri, mangalı.

Olmazsa olmazdı gece yarısı Hacı babanın nefis paçası.

Erciş’ten manda yoğurdu gelirdi, Başet’ten çiriş. 

Besmele ileydi tezgâhlara her giriş. 

Tarih kokardı kadim şehir.

Sardur’un, Semiramis’in silueti görünürdü Şamran’da.

Menua, Rusa, Kakuli, Arimena ve Argişti’nin hatıraları duruyor hala,

Kalenin soğuk duvarlarında.

Ah bu şehir bu kadim şehir, yüzü esmer yüreği güneş çocukların şehri…

GÜNEŞİ DOĞURAN ELLERİM

YAŞAR ADIYAMAN

güneşi beklerken battı yeryüzü

batıdan doğmayacak gün bilirsin

o masum yüzün yüreğimin önsözü

dağa yaslanmış göklerin sesi

narince yüreğime düştü kalbin

teni tüne karışan sis perdesi

İnciden dökülen ince narin tenin

 

deniz durgunca yerinde sayarken

denizlerin köpürdü yüreğimde

gece yarısı doğurdun güneşi

bu mucize bu kadar da marifet işi

güneşi doğuran ellerim yok artık

sana gelmeye ayaklarım kesildi

 

hırçın ırmaklara daldım

çağlara isyan bayrağını çekerken

yüreğim  meftun sen neredeydin

sabahı beklemeden göründü ayna

sen olan yanımı içtim gözlerimden

anılarım canlandı senden yana

ellerim yok getiremem zamanı sana

 

doğurdun senden kalan yanımı

küflenmiş bir sabahtı umudum

ellerinle okşarken narince aklımı

dokundukça aklıma geldin işte

çağlardan unuttuğum ülkemdin

ellerim ellerine değince

o güzel bakışların ne ince

 

deniz kuşlarına seslendim

aklımı yele veren ellerimdi

Ülkemdin yıllarca sakladığım

aktıkça sana vurgun seller gibi

oldukça sende buldum benliğimi

gitmesen desen, gitmesen desem

Ne kalır geriye özlemden cana

 

oysa ne çok özledim ülkemi

mülteci olmaktan yana kaderim

yine kendi ellerimle uğurladım

bilir misin ne çok ağladı gözlerim

el olmayan zamanlara yanan

bir kuş misali oyaladım kabimi

 

gökler çoğalır mı bilmem

ama sende çoğalırdım ben 

bilirim ki varlığına armağan

bir duruş sergiledim, gidiyorum

bekledikçe içine çekti girdabın

oysa kuytudan düştüm gurbetine

düşlerim vardı hep aynı yerden

 

dokundukça tel tel saçıldı saçların

aklına dokunacak ellerim yok artık 

hangi ellerde kaldım

hangi çağlara yenildim

kaç gurbeti eskittim

yorgun düştü yenik düşerken aklım

bir daha karşıma çıkarsan

güneşe söyle doğmasın

güneşi doğuracak eller bilirim

 

yeşildi gökyüzü gözlerinden

maviydi benliğim sende

umudu kalbime ektim hasretinden

fırtınaya savrulan ellerim

bakıştı, gözlerim gözlerine 

zemheri nakıştı yeryüzüne kar

fırtınaya savrulan baharı aradım

aklımı hiç almadım gözlerinden

ne dersin gelecek mi bahar...

TENİME YAĞMUR DÜŞER

ECİR DEMİRKIRAN

Bölünmüş uykuların  sebebinde sen varsın

Söner tüm aydınlıklar dört yanımda karanlık

Beden  nâr' da yanarken sen  içimde kanarsın

Beklediğin son bu mu, cehennemden bir anlık

Verdiğin ıstırabı vicdanında yaşarsın

Fırkatın pençesine düşer sende anlarsın.

 

Anlıma çizgilerden kader sınırı çizer

Gözden gönül’e akan yorgun hayaller kalır

Esen yel okşadıkça tenimi yağmur süzer

Hülyaya takılan gam hasret yükünü alır

Seni rüyalarımdan, atsam hayalin  gezer

Çiseler usul usul vurur gönlümü ezer.

 

Zindan taşları kaygan erimiş zemin sanki

Onca geçen yılları yorgun duvarlar saklar

Şahittir acılara geçmiş zaman olur ki

Çığlığı kulağım da, ağlar şimdi sokaklar

Yosunlaşmış anılar  bil ki duvarda durur 

Merhametsiz anlarda, bahtım karaya vurur

 

Seherin ışıkları  düşerken zirvelere

Bir sevgili uyanış  o nazlı duruş çöker

Yeniden hayat başlar ruhun düştüğü yere

Dilden dile dolaşır asırlar alır gider

Tende yoğrulan ömür akıp göçer makbere

Ardından bir hika’ye, miras kalır bizlere

 

Bu kutlu yolculukta ne destanlar yazılmış

Pare pare gönüller  kim bilir nerde şimdi

Belki uzak  zamanda  tabletlere kazılmış

Kimi Leyla ve Mecnun kimi Ferhat Şirin'di

Ardından Kerem Aslı seven  Mem ile Zin'di

Bedenler toprak olur  sevda ölümsüz imiş

Aşkın dilinde özlem, bir kayıp cennet imiş

 

Sonsuzluk sarmalında geçip giderken zaman

Hangi ana hükmettik bu yokluk diyarında

Gönlümüzde fırtına esiverir pek yaman

Yeşerir tüm acılar beklenmeyen bir anda

Katline  ferman çıkar, ulu han otağında

Kapanıp yastığına başında al al duman

Yükselir göklere dek gönül sevdaya harman

VURGUN YÜREĞİM

BU ŞEHÌR SENİNLE GÜZEL

Bu şehirdir yanaklarıma bıraktı sıcaklığını.

Ve Ayaklarım bu şehirde seni aradı Soğuk havalarda.

Üşüyorken,

Kaşlarımızda kırağı,

Beni ayaz geceler değil

Bir tutam yokluğun vururdu.

 

Acı ömrümüzün her anında gönlümüze dokunurdu,

Bu balçık caddeler

Kirletirken her yanımızı.

Gözlerimizden akan yaşlarımızdı.

 

Sensizliği yaşarken serde,

Bir ömür kilitlendiğim sendin.

Aşkımız kime zarar.

Yakar gönlümü vurur

Delikanli bir kesit bu.

Sessizliğin dağ gibi ufkumda büyüyordu.

.

Sen yokken,

Nefesin ısırmaz yanaklarımı,

Karanlık sokaklara izduşumun  düşer,

Camlarda varlığın Yansır.

Bu şehir sensizliği alıp sırtıma vurur.

 

Korkularım hep sana akardı,

Seni kaybetmenin hayali içimde

Titrer,

acılarım depreşir,

Günahlarımı pranga yapar.

Boynumda sensizliğin vebali.

Bu şehir alır seni bağrında saklar.

Benim gönlümde ise senin yokluğun durur .

 

Ey ezgileri hasret kokan

Gül rengi diyar.?

Ey derde derman mısraları,

Aşıklara merhem yapan şairler.

Gül dağından yayılır aşk sancıları,

Islatır gönlümüzü,

Viran ederken aklımızı.

Bu şehir güzelliği seninle bulur.

Serzeniş şiirler

LAVANTADAN YANAĞIN

Lavantadan yanağın,  dudağımda gül kokun

Sevgimizin  sırrı ne, kalbe saplı aşk okun

Bu oyunda sen yoksan, ister at ister dokun

Cilveli al yanaklım, ela gözler  sürgünde

Süzülüyor hayaller, hem ben sevdim hem sende

 

Hasretin yakıyor bak, Bakışın çakar çakmak

Gönlümü cebine koy, istersen koluna tak

Tırmanıyor duygular, aramızda basamak

Cilveli al yanaklım ela gözler  sürgünde

Süzülüyor duygular, Hem ben sevdim hem sende

 

Yıllardır içimdeki, hayaller bile üzgün

Sesini duyduğum an ruhum ediyor düğün

Ne çok özledim seni, bayram tadında sözün 

Cilveli al yanaklım, ela gözler  sürgünde

Süzülüyor duygular hem ben sevdim hem sende

 

Özlemekten yoruldum, düşünmek beynime zor

Aşk dedikleri duygu, sanki ateşten bir kor

İnanmazsan sevgilim, girde gönlüme bir sor

Cilveli al yanaklım, ela gözler sürgünde

Süzülüyor duygular, hem ben sevdim hem sende

Serzeniş şiirler

GİBİSİN

Hangi kayıp zamandan kopup geldin yanıma

Işık olup kalbime biraz gül der gibisin

Daha tanıyamadan doluverdin anıma

Avazın çıktığınca bana gel der gibisin.

 

Kurşuni gökyüzümde her seher doğar hüzün

Bâd-ı Sabâ estikçe sönmüyor canda közün

Aydınlatır  ruhumu bakarken güzel yüzün

Bilmiyorsun sen aşkla tutuşan kor gibisin

 

Yorgunum  sokaklarda aşkımı yaşıyorken

Sen de benim gibisin kalbimi taşıyorken

Uzak olsak ne yazar soluksuz koşuyorken

Ömrünce sen içimde kalacak sır gibisin

 

Kırlardaki çiçekler binbir renge bürünmüş

Sanırsın cennetinden çıkmış öyle görünmüş

Gönlümde sana ait her ne varsa derinmiş

Şöyle bir dokunsalar hemen ağlar gibisin

 

Senki şeyda bülbülsün bilmem  sitemin neden

Dikensiz gül mü olur değmez canını seven

Yine de umut kesmem can çıkmadan bedenden

Azrail gelmeden de canım alır gibisin

Serzeniş

KORKUYORUM

SİBEL ORCAN

Göğe karargâh kurdu yağmur yüklü bulutlar

Yıldırımları tutan ellerden korkuyorum

Yırtılırken rüzgarlar, suya düştü umutlar

Toprağı boğup yutan sellerden korkuyorum

 

Kazıyarak göğsümü koydular kızıl kana

Çırpındıkça kalbimi içtiler kana kana

Git burdan çocukluğum, dönüp bakma arkana!

Bakışında kuruyan çöllerden korkuyorum

 

Sağım solum uçurum, can ateşe düşerken

Kızılca alevlerde yürek çatlar pişerken

Hüzün çöktü geceye, ruhum önde koşarken

Ayağına dolaşan yollardan korkuyorum

 

Kim çıkardı kuyudan gölgelerin sesini

Ve kim inşaa etti düşünce ülkesini?

Girdiğim kavgalarda kusarak öfkesini

Aklımı sorgulayan yıllardan korkuyorum

 

Bilmiyorum, ne yazar bu hayat künyesinde

Biliyorum, nedamet olmazmış bünyesinde

Nefretini bilerken bir volkan fünyesinde

Sevgiye büründüğü hallerden korkuyorum

 

Şimdi ben aydınlığı yok eden karanlığım

Şimdi ben yıldızları parçalayan çığlığım

Berzâhın kapısında bekliyor yalnızlığım

Bana kucak açtığı kollardan korkuyorum

SEN VARSIN

FEVZİ ÖZTÜRK

Herşeyde o kadar sen varsın ki

Hiçbir şey sensiz olmuyor

Açan gülün dokusuna düşersin

Desen desen nakışında sen varsın

Çiçeklerin otağında yaşarsın

Misler gibi kokuşunda sen varsın

 

Karanlıklar ülkesinde kalan ben

Sanki ölüm uykusuna dalan ben

Aşka sürgün mesafeler alan ben

Tüm yolların yokuşunda sen varsın

 

Hüznüm saklı perdelendi duygular

Sarar beni ertelenen kaygılar

Firar etti bu gecede uykular

Her gecenin akışında sen varsın

 

Terk edilen diyarlardan gel bana

Bir mutluluk hüzmesini sal bana

Küsme karam uzaklardan gül bana

Kalbe ilham çöküşünde sen varsın

 

Aşkın ile tüm dünyama renk düştü

İmtihan ya! kaderimle cenk düştü

Tüm acılar yokluğuna denk düştü

Birer birer çıkışında sen varsın

 

Yar uğruna ölmek kaldı yolunda

Kimse bilmez ecel uyur kolunda

Tüm mevsimler soldu gitti dalında

Yaprağını döküşünde sen varsın

 

Gam yüklenmiş çehresinde yüzlerin

Aşka küskün boynu bükük sözlerin

Bana yasak o simsiyah gözlerin

Ölüm veren bakışında sen varsın

BEKAR ADAM....

MURAT SAYDAM

Adama sormuşlar,  nasılsın  diye..

Eh.. işte  gardaşım  bekarım  demiş.

Demişler say bakim.. ondan geriye.

En başta  gardaşım,  bekarım  demiş...

 

Yağmur yağar benim , boran neyime

Kıtlık olur benim , kıran  neyime,

Ölsem ölüm  kalır,  kuran neyime

Ser boşta  gardaşım,  bekarım demiş...

 

Kendime hastayım,  Kendime  doghtur

Iskarpin filinta , çorabım  yoktur

Aklıma gelmezse , karnım hep toktur

Her aşta  gardaşım  bekarım  demiş...

 

Sabah kalkarım bir saranım  olmaz ,

Hasta mısın  diye  soranım  olmaz

Ölsem namazıma  duranım olmaz

Can kuşta  gardaşım  bekarım demiş...

 

Tırnağım kırılır,  başım  yarılır

Babam selam vermez , anam darılır

Şeytanlar  boynuma  her gün sarılır

Her yaşta  gardaşım  bekarım demiş...

 

Ne temizim  belli , Ne batırdığım

Üç günlük  makarna , Şu bitirdiğim

Mutfakta çürüyor,  her getirdiğim

Ev boşta gardaşım  bekarım demiş...

 

Maaşım gidiyor , Nereye bilmem

Camlar simsiyah , yerleri silmem

Bu gidişle böyle,  Ben adam olmam

Gör işte gardaşım  bekarım demiş...

Yorumlar 2
Senay T.E.K 16 Ocak 2023 16:53

Bekarlik pasakli sultanlik demek mi oluyor Kaleminize saglik,gülerek okudum

Senay T.E.K 16 Ocak 2023 16:53

Bekarlik pasakli sultanlik demek mi oluyor Kaleminize saglik,gülerek okudum

Bakmadan Geçme