EFSANELER DİYARIDIR VAN (2)

Ümit Kayaçelebi yazdı...

Şeyh Muhammed Tayyar:

Bağdat 'ta yaşayan Şeyh Abdülkadir Geylani ve oğlu şeyh Muhammed Tayyar bu olayın kahramanlarıdır. Baba ve oğlu canlarını Allah yolunda vermeye hazır insanlardır. Bir gün şeyhin evinde cemaat toplanmış. Şeyh Muhammed Tayyar " Her cennetlik ve cehennemlik insanları ayıracağım " demiş. Babası oğlunu uyarmış " Kesinlikle böyle bir şey yapma. Oğlu babasını dinlememiş. Oğlunu üç sefer uyaran baba üçüncüsünde de oğlu kendisini dinlemeyince dayanamayıp oğluna bir tekme atar oğlu Bağdat 'tan Çatak 'ın Görentaş beldesine düşer. Orada evlenip uzun süre orada yaşadıktan sonra orada ölmüştür. Şu an öldüğü o yer ziyaret yapılmıştır. Burası herkes tarafından bilinip ziyaret edilmektedir  Dağda ölenler ve dağda kaybolan insanlar etrafında gelişen efsane metinlerini, bu coğrafi oluşumların insanoğlu gizemli ve mistik bir algıyla değerlendirildiğini göstermektedir. Dağda kaybolanlar, evladını dağda yitiren anne babalar, ailesinin tasvip etmediği bir evliliğe yeltenenlerin dağda başlarına gelen kötü haller Van yöresinde derlenen muhtelif efsanelerde görülmektedir. İki farklı varyantı tarafımızca derlenen "Siyamet ve Hacezer" adlı efsanelerin örtülü olarak anne babasının rızasına muhalif davranan genç kızlara öğüt verdiği anlaşılmaktadır. muhteva olarak halk hikayelerinin anlatı tarzına da yakınlık gösteren bu efsanelerin olağanüstü olaylar içermesi ve sonlarının bu olayları bir gerçeklikle ilişkilendirmek sureti ile getirilmesi gibi sebeplerle efsane olarak değerlendirilmesi daha isabetli olacaktır. Masal motifleri içeren "Karadağ" ile Süphan dağı eteklerinde geçen bir aşk hikayesini anlatan "Siyabent"e ve Çatak ilçesindeki  evladını kaybetmiş bir anneyle ilişkilendirilen "Nazo Dağı"na ait iki ayrı varyant şunlardır: Karadağ: Çok eski zamanlarda kocaman bir saray var.

Nazo Dağı :

Nazo Dağı Çatak'ın Konalga Köyünde bulunan en yüksek dağdır. Bu dağda yılın 12 ayı boyunca kar bitmez, suları çok soğuk olur. Gece burada havalar soğuk olduğu için buralarda koyunlarını otlatan çobanlar genelde aşağılarda kalmayı tercih ederler. Yukarıları hem tehlikeli hem de güvensiz olur. Çok eski zamanlarda yine bu yörelere göçerler gelirmiş, yılın belli aylarında buralarda kalırlarmış. Kışın bu dağlar çekilmezmiş bu yüzden kışları geri dönerlermiş. Bu göçlerle her zaman gelen bir aile varmış. Bu ailenin reisi bir kadınmış. Bu kadın aynı zamanda obanın da reisiymiş. Bu kadının birçok kızı ve sadece bir oğlu varmış. İster istemez onu çok sever, ona ufak bir zarar geldi mi kıyametleri koparırmış. Aynı zamanda köylü de çocuğu çok severmiş. Bir gün obada bulaşıcı bir hastalık görülmüş. Obada ki insanların çoğu ölmüş, oba da göç etmiş. Eskiden böyleymiş, bir yerde bir olay, hastalık oldu mu millet oradan göç eder yeni verimli yerler ararlarmış. Fakat obanın reisi kadın göç etmemiş. Göç etmemesinin sebebini kimse anlamamış. Aradan günler geçmiş Nazo kadının oğlu hastalanmış ve ölmüş. Nazo bu acıya dayanamamış ve burada bulunan dağa çıkmış. Söylentilere göre Nazo burada bir yıl kalmış ve sonra ortadan kaybolmuş. Kimse nereye gittiğini bilememiş. Zamanla bu dağa gidip gelenler burada 365 çeşme olduğunu görmüşler. Bu yüzden bu dağa Nazo Dağı ismini vermişler (Kanzo 2007). Nazo Dağı (b): Bundan yıllar önce Van Çatak 'a bağlı bir köyde Nazo adında bir kadın ve kocası yaşarmış. Çok varlıklı olmalarına rağmen hiç huzurları yokmuş. Çünkü ne yapsalar çocuk sahibi olamıyorlarmış. Kadın her gün oturup Allah 'a dua edermiş. Kadın, " Allah 'ım bana bir çocuk ver sonra da verebileceğin en büyük acıyı ver. " dermiş her dua edişinde. Günün birinde duaları kabul olmuş ve bir erkek çocukları olmuş. Oğullarının üstüne o kadar titrerlermiş ki onu görmedikleri zaman ömürlerinden ömür gidermiş. Gel zaman git zaman derken oğulları büyümüş ve evlenecek yaşa gelmiş. Köylerinin hemen yakınında oldukça yüksek bir dağ varmış. Bu dağ sürekli güneş aldığı için kışın bile yeşillikler kurumazmış ve dağda sürekli av hayvanları bulunurmuş. Günün birinde oğulları bu dağa avlanmaya gitmiş. Babası da hemen ardından tüfeğini de alıp oğlunu aramaya çıkmış. Oğlan, yabani hayvanlar görüp kaçmasın diye sırtına yabani bir koyun derisi geçirmiş ve avlanacağı yerde oturup beklemeye başlamış. Kısa bir süre sonra babası da oğlunun avlanacağı yere varmış. Uzaktan gördüğü koyun postunu av sanarak ateş edip postu vurmuş. Av avladığını sanan baba posta yaklaştığında vurduğunun kendi oğlu olduğunu görünce, birden dilsiz kesilip oraya düşüvermiş. Kocasının dönmemesi üzerine Nazo köy halkını alarak oğlunun avlanmak için gittiği dağa gitmiş. Oğlunu koyun postu içinde ölmüş bir halde gören Nazo 'nun dua ederken söylediği "Allah 'ım bana bir evlat ver sonra da en büyük acıyı ver " diye yalvarışı aklına gelmiş. Nazo öyle bir feryat etmiş ki dağ adeta bir beşik gibi sallanmaya başlamış ve adeta beyaza bürünmüş. O güne kadar yemyeşil olan dağa öyle bir kar yağmış ki, bundan sonra hiçbir mevsim dağın tepesinden kar eksik olmamış. O günden sonra o dağ Nazo Dağı diye anılmaya başlamış

Siyahmet ve Hacezer:

Eski zamanlarda Van 'da yiğit bir pehlivan varmış. Bu pehlivan her gün ava gidermiş. Bir gün yine atına binip ovaya gitmiş. Bir geyik öldürüp atıyla birlikte su başına inmiş. A tına su içirirken birden karşısında yanakları al al, dudakları kiraz gibi, güzel mi güzel bir kız çıkmış. Pehlivan 'ın ismi Siyahmet'miş. Siyahmet kıza: "Sen kimsin? Sen bu memleketten misin? "diye sormuş. Benim ismim Hacezer demiş. Mardinliyim, Araplardan nesli temiz bir şeyhin kızıyım. Bunlar birbirlerine aşık olmuşlar. Siyahmet Hacezer 'i kaçırmış. Van Erciş civarına Süphan dağının çevresine gitmişler. Ahmet kıza " Sen dizlerini uzat ben de o dizlerinin üzerinde yarım saat uyuyayım, daha sonra kalkıp gideriz. " demiş. Siayhmet Hacezer 'in dizlerinde uyurken Hacezer karşıda iki erkek geyiğin bir dişi geyiği yakaladığını görmüş. Bunları seyrederken ağlamış. "Benim Pehlivanım da bunlar gibi yiğit, o da beni bunlar gibi kaçırdı, bu dağa getirdi. " demiş. Hacezer bunları seyrederken Siyahmet uyanmış bakmış ki Hacezer ağlıyor. Siyahmet Hacezer 'e niye ağlıyorsun kim ağlattı seni, diye sormuş. Hacezer de ona geyiklerden etkilendiğini söylemiş. O da seni ağlatan o geyiği yakalayıp sana ciğerini getireceğim demiş. Siyahmet geyiği yakalayınca geyik Hacezer 'in ayaklarının dibine düşmüş. Siyahmet geyiğin ciğerini çıkarmaya çalışırken geyik ona bir boynuz vurmuş ve Siyahmet ölmüş. Hacezer de anne babasının yanına dönmüş

Süphan Dağı:

Bir oğlanla bir kız birbirlerini sevmişler. Kızın ismi Gaço oğlanınki de Siyabent 'miş. Siyabent kızı istemiş ama vermemişler. Gaço ise: " Ya beni ona verirsiniz ya da kendimi öldürürüm. " demiş. Siyabent de kızı kaçırmaya karar vermiş. Gaço yu ailesi, kız istemediği halde köyün ağasıyla evlendireceklermiş. Düğün günü Siyabent Gaço yu Süphan dağına kaçırmış. Siyabent Gaço 'nun dizine başını yaslamış. Gaço dağda birkaç ceylan görmüş. Ceylanlar bir dişi ceylanla birleşmişler. Oradaki bir erkek ceylanın bir dişiyle birleşmesine diğerlerinin müsaade etmediğini görmüş. Gaço bu olayı görünce ağlamış ve Siyabent 'in yüzüne bir damla gözyaşı düşmüş. Uyanan Siyabent Gaço ya neden ağladığını sormuş. Gaço da Siyabent 'e yedi abisi on iki amcaoğlu arasından onu almasına duygulandığını söylemiş. Siyabent ayağa kalkarak ceylanı yaralamış. Ceylan ise Siyabent'i bir boynuz darbesiyle dağın derin yerine düşürmüş. Gaço Siyabent 'in inlemesini duymuş. Gaço ağlayarak kendisini atacağını söylemiş. Siyabent Gaço ya kendini atmamasını söylemiş. Siyabend 208 HALKBİLİMİ DERGİSİ Gaço ya yedi köye gitmesini oralardan halat getirmesini ve Gaço 'nun saçı kadar uzun saçı olan yedi kız getirmesini kendisinin, öyle kurtulacağını söylemiş. Fakat Gaço kaçıp geldiği için geri gidememiş. Siyabend 'in sesi kesilince Gaço 'da kendini dağdan atmış ve Siyabend'in yanına düşmüş. Gaço ve Siyabend orada ölmüşler. Gaço ve Siyabend'in öldüğü yerde iki ağaç çıkmış. Orada bulunan bu iki ağacın Gaço ve Siyabend olduğunu söylerler (Batmaz 2007). Derlenen efsaneler arasında nişanlı bir çiftin ölümüne sebep olduğu düşüncesi ile "dinsiz" olarak adlandırılan bir dağ efsanesinin yanı sıra Anadolu'nun pek çok yöresinde muhtelif varyantlarına rastlanan buğdayın taşa dönüşmesini ya da sevdiğine kavuşamadığı için dua ile dağa dönüşen efsane kahramanlarını konu alan metinler de bulunmaktadır. Dinleyicilerinin sarsılmaz bir inançla kabul etmesinden gücünü alan bu anlatılar, satır aralarına gizlenmiş nasihatlerle icra edildiği çevrede adalet duygusunu pekiştirmek ve insanları yanlış işler yapmamaları için uyarmak gibi bir görev üstlenmektedir: Dim-iz Dağı: Bu olay tamamen gerçektir ve

Toprak Buğday Tepesi:

Bir zamanlar Van 'da çok zengin bir aile varmış. Yığın yığın zahireyi, malları dizer, fakat fakir fukaraya bırakmazlarmış. Köylüler aileyi çok ikaz etmişler ama nafile. Bunlar bildiklerinden hiç şaşmamışlar. Bir gün bunların topladığı buğdayları Allah develeriyle birlikte taş etmiş. Bugün Erciş 'e doğru gidenler taş halinde buğday yığınlarını ve develere benzeyen taşları görürler. Buraya bu yüzden " Toprak Buğday Tepesi " denir (Çaşurluk 2007)

Çomar Bölükbaşı Destanı

Osmanlı Çomar Bölükbaşı’nı asi ilân edince. Çomar Bölükbaşı, 1650 yılında bir avuç adamıyla Van Kal'asında sıkışıp kalır. Kal'ayı toplu-tüfekli, güçlü bir Osmanlı ordusu kuşatır. Verilen emir, Çomar’ı sağ-salim yakalamak, tutsak etmektir. Durumun kötüye gittiğini gören Çomar Bölükbaşı bir gece elli arkadaşıyla birlikte, gizlice ip merdiven kurarak kal'adan kaçar, karşı yamaçlarda bekleyen atlarına atlayarak dörtnala uzaklaşırlar.

Bunu öğrenen 600 kişilik Osmanlı ordusu, Çomar ve arkadaşlarını Van gölünün Güney kıyısındaki Kuskun kıran deresinde sıkıştırır, kanlı bir dövüş baslar. Çomar Bölükbaşı, elli kişiyle karşısındaki altı yüz kişinin hakkından geleceği sırada, Osmanlı ordusu iki bin kişilik bir takviye gönderir, bir iki saat içinde savaş meydanında Çomar'dan başka kimse kalmaz. Kurtuluş olanağı da yok. Bulunduğu yerin bir yönü yüksek kayalar, öte yönü Van gölüne bakan otuz metrelik uçurum. Kan ter içindeki kır atından iner, yelesini okşar, gözlerini öper.

Herkes Çomar’ın teslim olacağını sanmaktadır. Sonra bir an, yıldırım gibi atına atlar. Uçurumdan doğru Van gölüne.

Evet, Çomar atıyla Van gölüne uçar. Herkes şaşkınlık içinde yazık oldu yiğide, parçalandı diyerek uçurumun kenarına üşüşür. Bir de ne görsünler, Çomar atının eğerine yaslanmış yüze yüze karşı kıyıya çıkıyor.

Kimi: "Bre durmayın yakalayın" derken, kimide: "Böyle bir yiğide Tanrı yardım ediyor. Bırakalım gitsin" der. Sonunda yakalamaya karar verirler. Ordu, kıyıyı dolaşarak Çomar’ın önünü keser. Ne yazık ki Çomar’ın çıkacağı kıyı bir bataklıktır. Çomar atından iner, yularını beline dolar, bata çıka bataklıktan kurtulmağa çalışır. Güçlükle kıyıya ulaşır. Atı da, kendi de bitkin. Böyle de olsa teslim olmayı aklından bile geçirmez, yeniden atına atlar. Karşısına çıkanları paralar, kimseyi yanına yaklaştırmaz. Derken, onu kurşunla vurmayı kararlaştırırlar.

Çomar alnından yediği bir kurşunla yere serilir. Başını keserek Van'a götürürler.

Van Paşası:

- Yazık etmişsiniz. Böyle bir yiğit vurulur, başı kesilir mi? Götürün bedeniyle birlikte şehit olduğu yere defnedin, diye adamlarını azarlar.

Çomar’ın mezarı bugün Van'da, Süren Baba Türbesinin yanında ziyaret edilir. Ziyaret edilirken de Çomar’ın ak saçlı, bağrı taşlı anasının ağzından şu türküyü söylerler:

Çomar der ki kırat gemini aldı,

Birden kanatlandı denize daldı.

Dereler tepeler ah ile doldu.

Yiğidim yitirdim kimden sorayım.

Akan yaraların ben de sarayım.

Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/448447

HALKBİLİMİ DERGİSİ

Mehmet KARAASLAN

Bakmadan Geçme