Bana Van'ı Anlat

Yunus Türkoğlu yazdı...

Bana Van’ı anlat Van’ı, yağan yağmurların pınarlardan oluk oluk akışını anlat.  Toprak evlerin buğulanan camlarına bir resim çiz binlerce kuğu olsun. Yine eskisi gibi tahta tekerlerini gıcırdatarak dar ve çamurlu köy yollarında keyfince yol alan kağnılar olsun…  Yeşil ovalardaki kara donlu camuşları anlat.

Bana Van’ı anlat, içinde; Erek Spor’dan Dayıoğlu Firuz Orhan’ın beyefendi kişiliği, Vangölü’nün üstünde ıslık çalan rüzgârlar, Faytoncu Sülo’nun bin bir endamla yürüyen atları, Uzun Bekir’in sattığı Sümerbank’ın pazeni, basması, Haço’nun hançeri, ayrıca Mecit amcanın fötr şapkası da olsun…

O bahçeler ki; Gönüllere inşirah verir, ağaçların dalları çeşit çeşit meyvelere durur, kuş cıvıltıları seher vakti zikri ilahiyle etrafa velvele verirdi! Yeşilin bin bir tonu, çiçeklerin miski amber kokuları, elmanın aslı, armudun nesli, vişnenin rengi ve eriğin tadından sual olunmazdı! Salkım söğütlerin gölgesinde mevsimler gelip geçerken, kavak yapraklarındaki hışırtıda sevgiler olurdu!

Parçalı bulutlu gökyüzünde renkli bir uçurtma olsam, şimal rüzgârlarıyla gökyüzünde uçsam. Akköprü Mahallesi’nde çiçek açan erik ağacının kokusu, baharda gelen Hacı Leyleğin kanadında bir telek olsam. Dağlarda, yaylalarda ve ovalarda yeşil olsam, yeşile doysam, akşama doğru Toprakkale’nin yamaçlarında kızıla boyansam diyorum…  

Ey güzel Anneciğim! Aç perdeleri lütfen, uykumda yıldızlar sıra sıra dizilsin başucuma!  Düşsün ay huzurla rüyalarıma, cemalini göstersin çoban yıldızı semadan nurlarla. Karanlık geceler içinde Hakk’a yapılan teheccüd secdelerine melekler şahittir unutma…

At önde ilerlerken İslamoğlu Tütüncü Mehmet Efe yanlarında veya biraz gerilerinden gelerek onları izlemeyi severdi. Kır donlu safkan Arap atı olan bu küheylanın başı havada, kulakları dik, tüyleri ise sabah güneşi altında pırıl pırıl parıldıyordu. Hafif bir kişnemeyle etrafını uyarıyor, iri gözleriyle menzili kontrol edip yolların tek hâkimi olduğunu anlatır gibiydi. Nal sesleri ve at’ın asil yürüyüşünü seyretmek ömre bedeldi. Nal izleri nakış nakış sokaklara işlenmişti. Bu manzarayı seyretmek için: Perdeler aralansın, kapılar açılsın, çocuklar koşsun dışarı, çünkü sokakların gördüğü bu muhteşemliğe tefekkürle nazar etsin ahali…

Candan ve derdimize derman olup yaramızı saran komşularımız vardı. Etamin işlemeli kırlentler, bakır tencereler, kömürlü ütümüz, sırma iple işlenmiş yün yorganlarımız vardı. Bir tabak erişte, bir kâse gül reçeliyle paylaşılan dostluklarımız vardı. Genzimizi yakan üzerliğin kokusu, ceviz sandıklarda annelerimizin ipek bohçaları, avludaki akasyanın altında oturup bir bardak çay içtiğimiz tahtadan masa ile sandalyelerimiz vardı.  Çok şeyimiz yoktu ama biz yinede mutluyduk, huzurluyduk… Evvel zamandı, inanın güzeldi!

Pazar günü öğlenden sonra Erek Lisesi’nin bahçesindeyiz. PTT direklerinden yapılmış kale direkleri, kuzeyden güneye doğru uzanan futbol sahası, okula doğru yan tarafta ve karşı cephede genişçe taş duvarların üzerinde oturup hem çiğdemlerini çıtlayıp hem de bizleri seyreden seyirciler. Her şey futbol oynamaya müsait. Kendi aramızda alıştık oyuna başladık.

Oyunumuz devam ederken evden sesimizi duyan Güven Alpaslan’da dayanamamış bir iki şutta ben atayım, biraz gençlere takılıp geleyim diye kalkmış gelmiş! Yanılmıyorsam kardeşi Rahmetli Tekin ve yeğeni Bilal’de orada.           

                                                                                                 

”- Gençler ne haber?” 

“- Hoş geldin Güven Ağabey.”

Dedikten sonra biraz sohbet ve akabinde bir takıma dâhil oldu. Bize bir iki hareket gösterdi. Vanspor’da oynadığı yıllardan biliyoruz, gerçekten çok teknik ve hızlı futbolcuydu, fırtına gibi derler ya işte öyle.

Tabi bizimde o dönemlerde lise çağlarımız fena sayılmayız yeni yeni amatöre başladık, başlıyoruz! Oyunumuz gayet zevkli ve çekişmeli geçerken bir baktık ki ikindi ezanı okunmaya başladı, biz oyuna devam ediyoruz. Bu arada Güven ağabey sert bir ses tonuyla

“- Durdurun bakiyim oyunu!”  Ne olduğunu anlayamamıştık. Oyunu durdurduk ama bizim afalladığımızı anlayınca.

 ”-  Arkadaşlar! İstiklal Marşı okununca duruyor musunuz?”

 “- Ne demek ağabey, tabii ki duruyoruz, durmaz mıyız? ” 

“- Öyleyse bundan sonra ezan okununca da duracaksınız, ezan bitince tekrardan oyuna devam edeceksiniz!

 Hepimize bir sünneti tebliğ edip gitmişti.       

Orada epeyce kişiydik, onları bilmem ama bu söz benim kulağıma küpe oldu ve artık o günden beridir bu sünneti uyguluyorum. Evet, büyükler küçüklere bildikleri güzellikleri ve kültürümüzü aktarmakla mükelleftirler.

Güven Alpaslan, Allah razı olsun siz görevinizi yaptınız, farkına varamadığımız bir yanlışlıktan bizleri döndürdünüz.

Vakti zamanında Zıvıstan’da bildiğim muhteşem bir bahçe vardı!  Nazlı nazlı akan Şamran Suyu’nun yamacından aşağıya doğru yeşillikler içinde uzayıp giderdi.  Ağaçları öyle sık ve gürdü ki güneş ışınları neredeyse zeminine düşmezdi! Çeşit çeşit meyvelerin olduğu bu bahçede en az yirmi beş- otuz yıllık olan koca gövdeli iki tane de kiraz ağacı vardı. Kirazları sarı ve suluydu, tadı yiyenlerin damağında kalırdı!

Ayağınız taşa değmesin, işin gücünüz rast gelsin.    

Allah’a emanet olunuz…                

 
Vansesi Özel Haber
Yorumlar 2
E Aytok 10 Ağustos 2022 16:37

Kalemine sağlık anılara götürdün tebrikler

Bedrettin Uluat 10 Ağustos 2022 16:17

Eline ve yüreğine sağlık.Harika teşbihlet.

Bakmadan Geçme