Aylardan Mayıs 2

O zamanlar denize gitmeye ihtiyaç duyardık ama kıra, pikniğe gitmeye çoğu zaman ihtiyaç duymazdık.

Kır ve piknik zaten bizim bahçelerimizdeydi. 

Kaysının çiçek, tomurcuk, çakala ve sarı, tatlı meyve olma süreçlerini gün be gün bahçelerde izler, pek çoğumuz çakala halindeyken yeşil yeşil koparır yerdik. Elmalar, mellaki armutlar, üzümler bahçelerde yetişirdi.

Yüzbaşıoğlu Sokağında, möhre duvarlarının birinin arkasında, muhtemelen komşumuz rahmetli Kemalettin Görgülü’nün bahçesinde bugün artık rastlamadığımız bir tür, fındık ağacı olduğunu hatırlıyorum. Aynı bahçede bir elma ağacının dalına asılı şekilde aşağı sarkmış etrafı arılarla dolu doğal bal peteği gördüğümü de ifade etmek istiyorum.

*

Evet, yoksulduk. Evet, giderek kalabalıklaşan ailelerdik. Evet, kendimize göre sorunlarımız vardı. 

Kavga ederdik, düşerdik, kafalarımız sık sık kırılırdı.

Dişimiz ağrıdığında, ya da okuldaki sağlık taramalarında çürük görüldüğünde devlet hastanesine götürülürdük. Orada kalabalık koridorda kuyruğa girilir, çürüğün büyüğüne küçüğüne bakılmadan çekilir elimize verilirdi.

Ayakkabılarımız bazen lastik, bazen naylondu. Harçlığımız beş kuruş ya da on kuruştu ve o harçlıkla çoğu kez yalnızca iki bisküvi bir lokum, biraz kırık leblebi, biraz iğde alabilirdik ama mutluyduk. 

Babam taksitle bir dikiş makinesi alıp paytonla eve getirdiği gün annem de çok mutlu olmuştu. Sonraki zamanlarda pijamalarımızı hatta iç çamaşırlarımızı ve tabii kendi basma, pazen elbiselerini hep o makine ile dikmişti. 

Mayıs ayını devirdikten sonra deniz mevsimi açılırdı. İskele Mahallesindeki şimdiki çarşı olan yerin hemen arka tarafı yeşil alan, ağaçlık ve bahçelerdi. Kadınlar oralara denize gider, ağaçlara salıncaklar kurar, belli yerlerinde de göle girip yıkanırlardı. Kadınların ve erkeklerin suya girdikleri yerler farklıydı. Kadınların yıkandığı yere yabancı erkekler yaklaşınca o kadınlardan biri  “gelmeyin, burada aile var” diye bağırırdı. 

Öküz arabalarıyla birkaç aile Van Kalesinin yakınındaki sahile yani o zamanki adıyla “Edremit Suvağı’na denize gittiğimizi hatırlıyorum. Yol boyunca öküz arabasının tahta tekerleklerinden çıkan gıcırtı da, öküzlerin boynundaki çıngırakların sesi de, arabaları sürenlerin “ho ho” demeleriyle ara sıra şaklayan kırbaç sesleri de bugünkü gibi kulaklarımdadır. 

Şamranaltı Mahallesindeki Fidanlık da o günlerin denize girilen gözde yerlerinden biriydi. Bahçe resmi Fidanlık kurumunun bir parçasıydı. Mahalleden ya da akrabalardan birkaç aile anlaşır, belli bir günde oraya gidilirdi. Hafta sonları genellikle kalabalık olduğu için, erken gidip ağaçların altında güzel bir yer bulmak gerekirdi. Su kaplarımızı alır arazinin içinden çıkan su kaynağına giderdik.

O vakitler oraları dolduran insanların çoğu şu anda aramızda değil. Fidanlık da bildiğim kadarıyla özelleştirildi ve o eski piknik alanlarındaki kavak ağaçlarının çoğu Van Gölü sularının yükselmesi ile tuzlu suya maruz kalmasından ve başka nedenlerden ötürü kurudu. Çoktandır o tarafa gitmediğim için şimdiki durumunu tam bilmiyorum.

 Bugün hala “Edremit Suvağı”na gidenler var mıdır, onu da bilmiyorum.

 İskele'deki sözünü ettiğim bahçelerden artık eser yok. Oralardaki ağaçları ya yükselen sular yuttu ya da kesildiler. Şu anda o bölgede ve daha fazlasında Tuşba Belediyesi’nin güzel bir park düzenlemesi var. 

Günümüzde artık pek çok ailenin kendi arabası var. Resmi ve özel toplu taşıma araçları vızır vızır çalışıyor. İnsanlar denize girmek için merkezin nispeten kirli yerlerinden uzağa, yeni yapılmış plajlara, sonradan yerleşime açılmış yerlere gidiyorlar. Edremit'e, Gevaş'a hatta daha ötesine, öteki taraftan da Amik, Molla Kasım ve başka suyu temiz yerlere akın ediyorlar. Oralarda kurmuş oldukları yazlıklarda sıcak ayları geçiriyorlar. 

Mayıs eski Van'a leylak ve akasya ağaçlarının çiçekleriyle, arılarla, kelebeklerle gelirdi. Bol sebzeyle gelirdi. Yağmurlu, nemli havalarda kendilerini gösteren salyangozlarla, su birikintilerinde, kanallarda yaşayan, vırak vırak öten kurbağalarla gelirdi. 

Bir dönem bağ ve bahçelerden teneke teneke salyangoz toplayıp aracılara sattığımızı anımsıyorum. Tenekesini birkaç demir liraya verirdik. Onlar da bunları başka ülkelere satacak aracılara devrederlerdi.

Van Gölünden tatlı sulara akın ettikleri en savunmasız anlarında yakalanan ve mahalle aralarında üçteker arabalarla, bazen at arabalarıyla bol miktarda satılan, alınıp salamura yapılan, tuzlanıp kurutulan Van Balığı ile gelirdi. O tarihlerde balık neslini korumak için bu kadar yoğun önlemler yoktu.

Bahar, Edremit’ten, Haçort’tan, Şamranaltı’ndan, Sıhke’den, Haraba Mahalle’den, Erek Dağı’ndan gelirdi. 

Bahar, bahçe ve bostanlarını tepen, eken, sulayan, çapalayan, kağank yapan (ayrık otlarından temizleyen) insanların bostanlara, tarlalara çıkmalarıyla gelirdi. 

Köylerden çarşıya pazara yağan otlu peynirlerle, tereyağlarıyla, inek, koyun, camuş (camız) yoğurtlarıyla gelirdi. 

Bugün yine aylardan Mayıs ve yine aynı şehirdeyiz. 

Yukarıda saydıklarımın pek çoğunu artık görmüyoruz. En azından şehir merkezindeyken görmüyoruz. Artık temiz, düzenli beton, asfalt, parke taşı yol ve kaldırımlarımız var. 

O günlere göre daha yoğun bir şekilde araç ve korna sesleriyle, egzoz gazlarıyla muhatabız.

Akıllı telefonlarla, çeşitli cihazlarla vızır vızır haberleşiyoruz. Kar yağan günlerde üç gün geciken gazeteler de, günlerce yolu beklenen mektuplar da artık yok. Ne var ki,  hem değişen maddi koşullar, hem küçülüp bölünen aileler, hem verilen ve alınan göçler yüzünden o günlere kıyasla daha kopuk yaşamlar sürüyoruz.

Bugün artık çok daha iyi ayakkabılar, giysiler giyiyor, çok daha rahat ve konforlu yerlerde yaşıyoruz. Fabrikalarda üretilmiş, paketlere girmiş gıda maddelerini yiyip içiyor ve ne hikmetse, o günleri yaşayan insanlardan çok daha fazla hastalanıyoruz. 

Kimyasal deterjanlar, kimyasal ilaçlar ve gübreler ile onlardan geriye kalan kimyasal atıklar insanı ve çevreyi daha yoğun bir şekilde etkiliyor. Kimi işleri kolaylaştırıp, kimi ürünleri bollaştırırken onların önemli bir kısmı aynı zamanda yaşamlarımızı ve sağlığımızı ciddi anlamda tehdit ediyor.

Artık pek çok gıda maddesinin üretiminde doğal tohum yerine genetiği değiştirilmiş tohum kullanılıyor bu yolla ürünlerin dayanıklılıkları, miktarları arttırılırken güvenilirlikleri düşürülüyor. Evlerin organik atıkları artık o günlerde olduğu gibi bostanlarda doğal gübre olarak kullanılamıyor.

Onlar da kimyasalların yoğun baskısı altında ve arıtma tesisinden geçip Van Gölü’ne akıyor.

Bugün kültür düzeyimiz de, konfor düzeyimiz de o zamana göre daha yüksek. O zamanlarla kıyaslandığında daha çok zenginleşmiş bir ülkede ve şehirde daha iyi koşullarda yaşıyoruz.

Ancak ne hikmetse, (belki de artık çocuk olmadığımız için) bütün bunlara rağmen o günlerdeki gibi mutlu olamıyoruz.

Kayısılar, akasyalar her çiçeklendiğinde o eski mayısları büyük bir özlemle anımsıyoruz.

Bakmadan Geçme